21 Ekim 2009 Çarşamba

Değirmenler


zaman düşer ellerimden yere
oradan tahta boşa
saatler çalışır izinsiz hep bir sonraya,
resimler sarı güneşsizlikten, duygular değişir
dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına

ve sen ben, değirmenlere karşı
bile bile birer yitik savaşçı,
akarız dereler gibi denizlere,
belki de en güzeli böyle...

uçurtma uçar sözlüğümden,
geri gelmeyecek bir kuş
yaşanmamış kırıntılar
sadece bir düş...

don quijote aşık olduğunda dulcinea' ya ve dört nala sürdüğünde umutlarını dümdüz ovalara,
sancho panza'ya dönüşen yüzünü yıkadı bir soluk almak için durakladığı gölün yanında.

aşık olduğunda çiçekleri kopartmadı toprağından ve uzanmadı elleri elmayı almak için dalından.
düşler gördü ay ışığın beyaz duvara vuran yansımasından ve öyküler anlattı denize ve sorular sordu cevaplarını anlamasada dalgalardan.

trenler geldiğinde gara
vurdu saatler gece yarısı
yani hasret geçe taşları,
ezildi bozuk paralar titreyen raylarda
ilk nasıl başladığımızı bilemediğimiz bir yolculuğun
son durağı idi haydarpaşa.

ve duvarlarda öfkeyle yırtılmış afişlerin arasında
kırmızıya yazılmıştı hayat;

''çalındı en güzel şarkılar
ve karıştı karanlıklara uykular.''

kaldırım taşlarının ardında kumsal aramak
çok eskilerde tellere asılı kalmış
bir şeytan uçurtması uçurmaktı.

sonra o güzel kıza yaklaşıp,
büyük bir heyacanla
güneş gibi parlayan ipek saçlarına
leb ile dokunmak
ardından tüm renklerini atıp
deryalarında boğulmaktı.

don quijote farkındaydı yel değirmenleri ile olan savaşın kazananı olamayacağının ve yazdığı sözleri dizdi bir ipe, ipleri serdi dallar arasına ve sallandı çocukluğu.
ayakları yere vurdukça büyüyordu.
ve eskiyordu ayakkabıları.

yollar bir kalın nota gibi hep yüreğinde atıyor,
asfaltın kaynayan taşları
her seferinde ayaklarına yapışıyor
sürüp giden zenginlik alametleri
farikasını gösteriyordu
sen ve ben olamıyordu
aynı restorantın farklı masalarında
hesaplar hep önünde eğilen
pençe divan
soysuzlarca görülüyordu.
aşınan dudakların
öptüğü ellerdi
saygı
ve düşen bir adamın elinden tutmamaktı erdem
bir masal ki
geceler gün gibi aydınlandı
yalanlar satır satır doğru diye yazıldı.

hatta en çirkin yüzler için;

güzelsin
bir camekanın ardında
albenili ışıklarla etrafı süzersin
güzelsin
bir şiir gibi kafiyeli bakar gözlerin.

dizeler düzüldü.
Kervan nasılsa yola çıkmıştı.

trenler geldiğinde gara
vurdu saatler gece yarısı
yani hasret geçe taşları,
ezildi bozuk paralar titreyen raylarda
ilk nasıl başladığımızı bilemediğimiz bir yolculuğun
son durağı idi haydarpaşa.

don quijote yola koyuldu, ovaların ortasında ki gölde uzun uzun düşünecek, dağların engin ve sarp uçlarından yeryüzünü izleyecek, kuşların kanat çırpışlarını duyup, güneşe doğru yüreyecekti...

-karşısına çıkacak yel değirmenleri mi?
-şimdi onlar düşünsün!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder