13 Mayıs 2013 Pazartesi

neyse

neler yazılabilir?

ders edindiğimiz bütün tecrübelere bir yeni eklemek bundan önceki tüm tecrübeleri sıfırlayabiliyor. (muş) evet öyle oluyor. bazen... ...çıkıyor karşınıza ve size haddinizi bildiriyor. o övündüğünüz tüm özellikleriniz öylece kalakalıyor. oysa bunu farketmiştiniz* bakışlarınız derinleşiyor ama anlamsızlığı da artıyor aslında o sırada zaman sizin içinize işliyor.
pat pat kendine göre söylenmiş bir cümle nasıl bu kadar ağır olabilir. nasıl oturabilir. nasıl buna sebep olabilinecek bir şey yapmış olabilirsiniz. "neyse" demek ve bunu tekerlemeli bir şarkıya çevirmek de anlamsız artık. anlam aramak gibi. net olan ne varsa takdir edilmeli. buna kızamazsınız. sadece saygı duyarsınız. önünde eğilir hiç unutmayacak ve yer edecek bir izle devam edersiniz. aynı kişi değilsinizdir artık. işte değişim böyle başlar. artık önünü de alamazsınız. yıkılırsınız. bütün dayanaklarınızla birlikte. suya bulanmış buğday çuvalları gibi şişer ve yıkılır setiniz. savunmasızsınız. evrimini tamamlayamamış bir solak gibi hayatın yabancısı olarak kalakalırsınız. her şeyi doğru söylemiş olmanız doğru yaptığınız anlamına gelmez. doğru zamanda gecikmeden söylemek gerekirmiş. önce kendinize.
ilk kez birine bu kadar içten saygı duyarsınız.
kendinize ilk kez buna sebep olduğunuz için bu kadar derin kızarsınız.
ne kadar canınızı yaktığının önemi yok, bu savunmasız yakalanmakta değildir. bu güzel bir şarkı gibi içinize işleyen bir telmaşadır.
kaos hayatın her alanındayken siz durulursunuz. insanlar olanlar bitenler her şey size etrafınızda uçuşmaya başlayan toz zerrecikleri gibiyken siz ışığı değil artık karanlığın boşluğuna bakarsınız. ne güzel!
kendinizi bulmak için kaybolduğunuzun da farkına varmak lazım.
elinizde tuttuğunuzu sandığınız her şey teker teker kaybolurken, sizi siz yapan şeylerin bütünü parçalardan oluştuğunu bir kez daha farklı şekilde anımsarsınız.
bir kapının ardında kalabilirsiniz.
kımıldamadan
dilinizin ucuna gelen kelimelerin çokluğuna şaşarken ağzınızdan hiçbirnin dökülememesine,
hiç bir beklentiniz olmadığı halde,
suratınıza inen bir tokat gibi
ama "siz böyle bir insan değildiniz"
belki de üst üste gelen her şeyin sorumlusu sizsiniz.
işte en büyük korkuyla yüzleştiniz beyim.
-gerçekten teşekkür etmelisiniz- merak değil*
artık her yalnız kaldığınız da her gereksiz(!) düşüncelerinizde bir canavar gibi gizlenecek kelimelere sahipsiniz.
ve bu kelimeler hep dolu dolu güzel kokacak. hücrelerineze kadar işleyecek burnunuzun ucuna hapsolunan o koku. nasıl da içinize çektiniz. bilmeden. ya da hep biliyormuş gibi...
birinin hayatına...  ..neden bu kadar istemsiz... siz diye bir şey olmaması artık. başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü de değil -hiçbir zaman olmadı- başkalarının mutluluklarından neden varlığınızı tanımlar oldunuz.
daha zor bir şey yok. yalnız yürüyeceksin. kalabalıktan biriymiş gibi görünürken. sen farklı olduğunu düşünen hey, siz beyim. aynı diğerleri gibi muamelesine bu kadar içerlemen neyin egosu.
zaten bu lanet gibi karşına çıkan gölge,
yalnız yürüdüğün o geç saatlerin eşliği sana.
bu yüzden işte istesen de yalnız kalamayacaksın.
sevmek lanetinden kaçmaya çalışırken.
lanetin kendinden yansıyan bir karaltı olduğunu fark ettiğin an'da....
belki biraz büyümelisin artık..
çocukluğun öldü.(müştü) -toprağa karıştığı yere gidemiyorsun hala- ki o toprağı sulayacak kadar da göz yaşı biriktirmiştin. hiç ağlayamıyorsun dimi. uyuyamadığın gibi*
gözlerin o yüzden bu kadar yüklü,
bu kadar ağır geliyor sana.
gözlerin bakışlarına ev sahipliği yapamıyor artık
yere düşmesi kaçınılmaz camda ki damlalar gibi gözlerin artık
bakışların, ardından kalan buğusu..

çocukluğun öldü
belki de bir gecede şimdi gençliğin de..



hoşçakal umut taşır, elveda yalnızdır.

saat çok geç, sokaklar çok ıssız.
biz daha çok yalnızız.




http://www.youtube.com/watch?v=Qyq7OA6qwIM

11 Mayıs 2013 Cumartesi

if fou

Doktor, ışığı gösterdi. Işık bir kaç bin yıl öteden geliyor olabilirdi, ancak bu uzaklık, onu merak etmemek için yeterli değildi. Sessizce alınan yolların heyacanını duyuyordu. Bu heyacanını anlayabiliyordum. Evren karanlık bir boşluktu ve karanlığı sesten başka hiçbir şey aydınlatamazdı. İşte doktorun sahip olduğu sır buydu.
Doktor'un telefonu çaldı ve dudaklarını kımıldatmadan konuştu;

"Bir ses telefonun ucunda
Tanıyor mu beni, Beni mi?
Hangi beni?
Nedir benden istediği
İstediği bende midir? Yoksa deli midir nedir?
Ben ne vaat ettim ki alo demekten başka
Onun alosunu duyunca
Aramasa ben açmazdım o telefonu
Zaten benim telefonum kablolu
Üşenirdim yerimden kalkmaya
Aramasaydın o kadar ısrarla ben mi dedim sana
Çevir benim numaramı, belki de boşa konuşuyorum
yalnızca yanlış numara…"

telefonu kapattığında, karşısında ki değişmişti. Değişimin başlayacağı noktayı bilemezsin fakat hissedebilirsin, bu his seni o değişime hazırlar ve değişim zamanı geldiğinde kaçınılmaz olur. Sonsuz bir döngüde kaybettiğim her şey için sorumlu tuttum kendimi. ben bir başıma bir oğul, aşklar aldım ekledim kırılan dallarıma.

Sır mı hayatın bug'u mı!?
-oyunbozan-
doktor, bir söylesen

anlamsız kelimeler bize tutunmak için bir sabit vermese de, sabit aradığımız da belki de o anlamsız kelimelerin kaynağına tutunabilir dallarımız.