15 Ekim 2009 Perşembe

Atlantis’de Titreyen Bir Sonbahar.


Bu vakitlerde, göğü aydınlatan şimşeklerin, avazı çıktığı kadar rüzgarları çağırdığını ve kapıları çaldığına tanık oluyorum. Ağaçların dalları zor tutuyor ayrılmak istemediği o sap sarı solmuş yaprakları, bir daha ki buluşmaya kadar üzgün ve kırgın her biri, son bir halde kızgınlıklarını savuruyorlar sonbahara...

Sonbahar, sarının diğer adı.

İki küçük köpek yavrusu geziniyor sokaklarda, yitik yapraklar arasında belki bir kaç lokma ekmek aradıkları, yahut ne için orada olduklarının anlamı...

Hava kararıyor uzaklardan başlayarak vuruyor gölgesi devasa beton binaların yürüdüğümüz yolların üzerine, adımlar gizleniyor, bir sonraki hep bir sır olarak kalıyor.

Belki de budur bizi tutan bu yaşam sandalının içinde nice fırtınalardır yelkeni rüzgara çevirip yol aldıranlar.

Gidenler, kalanlar…

Upuzun yol çizgileri gibi dizildi gözlerime anılar, hiç biri sollayamıyor diğerini ve konaklamaları bir vakitlik değil bir solukluk oluyor…


Bağ bozumlarının kokularını sürüklüyor rüzgar,

Güz rengi şarapların hüznü,

Yanık tenli omuzların ise yüzde kauçuk bir gülümseme yarattığı mevsim.


Sonbahar,

Göçen kuşlara sallanan bir mendil.


Ardından bakılan ve saatlerce kıpırdamadan durulan sevgilinin,

bindiği kağıttan uçağın adı.


Uzak diyarların

Haritalarda ülke adı aldığı zamanlardan

Kaleme hüzün dolan uçlarla işaretlendiği

Gidilmek için harcanan çabaların yerini

Geriye gözlerde sollamanın yasak olduğu çizgiler bıraktığı mevsimin adı.


Yerinden kalkıp pencereye bir adım daha yaklaş, bir kapana kısılmış ve özgürlüğünü ararcasına duvarları döven perdeni arala,


Birazdan yağmur başlar,
Senin üzerinde
uçuşan kırmızı bir elbise var.
dağılmış saçların düşmesin gözüne
hepsinin suçlusu bu rüzgar.


Kırmızı, şarap kırmızısı
Bağ bozumu vaktini iyi bilir

Kuşlar.

Ve son ümitleri,

çıkmadan evden biraz evvel,
korkusuzca giyersin üzerine.


Kırmızı göğe karışırken,

Uzaklar alabildiğine mor.


Perdeyi kenara çeker, dışarı son bir göz atarsın. Bulutların bir yorgan gibi göğü sarmaladığı vakit vücudunu kaplayan üşüme, uzatır yorgun bacaklarını yatağa.

''Muhafaza altına alınmış bir kalbin,
gümrükte kalmış akıbetiyiz,
bu aşamada talep edilecek
hiç bir şey yokken,
lodostan esen rüzgarın
ağrıyan başlarla
esiriyiz.'' der,


''Mevsim sonbahar, sonrası kış, ardı ardına söylenen bir şarkı gibi çağlayacaktır ilkbahar. Ardından gül yüzlü sevgili gülüşü gibi kavuracak yüzünü yaz mevsimi.


Biz ise yırtık kağıtların, tanımsız cümleleri..

Ve bildiğimiz birkaç düşe olan bağımızla

Tutunuyoruz hayata.


Ve aslına bakarsan;

Yani tam olarak değil ama kıyısından bir tanımla,


Hayat alabildiğine yaramaz bir çocuk
Bizse dağılanları yoluna koymaya çalışan ebeveynleriz.

Her seferinde denize varmaya yeminli akarsular gibi

İçimiz çağlar derinlerde,

Dışımız kayıp bir kıta. ''


diye ekler.


Perde kapanır,

Soğuk ellerde hapsolur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder