31 Aralık 2008 Çarşamba

Sana da Merhaba


Bir insanın kararsızlıklarında kaybolması,bir deniz gibi bazen gelir hayat, vurur dalgalarını kıyılarına ve hesapsız bir sürü çakıl taşı fırlatır en hassas noktalarımıza kararsızlıklar hayatımız olmuşsa hayatımız kararmış bir yol üstünde, yürümekten farkı kalmaz.
Tercihlerimiz bizi var eden ağaç dallarıdır. Üzerine ne tür kuşların konacağını bilmeden uzanırız boşluğa sanki bir eli tutacak gibi tüm gücümüzle. Sonra hangi meyveler dökülecek, hangi yapraklar koruyacak bizi düşünürüz beklemeler ile geçer kuşlar ve gökyüzünü kaplayan bir örtüye dönüşene kadar süre gider her şey.

ölümü düşündüğüm günden kaldı bu hüzün
geç kalmışlığın telaşı
koca yalanlarım
hatalarım yollarım ve yıllarım
eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim
umutlandıklarım umut dağıttıklarım
akıl verdiklerim akıllı sandıklarım
eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim
ölümün yüzünü gördüğüm gün
kimin elini tutup göçmek isterim
bir sevip bin söz ettiklerim
bin sevip hiç söz etmediklerim
söz verdiklerim
yapamadıklarım
eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim

derken şair, kendimizi aradığımız yolda kaybettiklerimizdir her defasında hatırda kalan. Düşünceler düşünceler kaybolduğumuz karanlıklardır ve her birini kendimizin bizzat çaba göstererek yarattığı.

Cahillik mutluluktur diye çokça kullanılan bir söyleme her ne kadar katılmak istemesem de öğrendiklerimizle özgürleştiğimizi düşündükçe aslında bildiklerimizin esiri olmaya başlarız. Sonunda görüp göreceğimiz her şeyi anladık sanıp kapıldığımız duyguların aslında içgüdülerin birer yansıması olduğunu yeni bir arkadaş gibi tanırız.

"ne sohbetiyle ferahlayacak eşim ve dostum ne de beraber yürüdüğüm bir kervan vardı."
İbni Batuta, bu sözü gezdiği yerleri tanımladıktan sonra kullanmak için çok mu düşündü acaba.

evet hayat dediğimiz herkes için tanımlanacak bir şey değildir aslında tanımlamak en büyük yanılgıdır önemli olan nerden nereye gidiş değil nasıl gidildiğidir.
yine de güzeldir düşünmek
her şeye rağmen karşı koyabilmektir
içinde yarattığın dünyadır
düşlemek
düşmemek üzere umutlar edinmiş, bir çocuğun kurgularıdır.
Neyse ki;
"düşünceler kurşungeçirmez, onlar yaralanmazlar, acı hissetmezler ve ölmezler"

Bazen renklerin gözümüzü almasına izin vermeliyiz

Yeni yılları sevdiklerimizin sağlıklı olduğu bilgisi, karşılaşacağımız tüm zorluklara saçmalıklara karşı sadece hayatımızı yaşadığımızı düşlemek, her zaman istinasız mutluluk ve daha fazla bilince sahip olabileceğimiz inancı ile karşılamak ümidi ile..


29 Aralık 2008 Pazartesi

Çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin!

Bir tavşanın peşinden gidiyor çocuk, hey çocuk güzel çocuk nereye götürecek seni bu tavşan acaba?
Peşine düşüyorsun deli gibi ardından gidiyorsun, hey çocuk güzel çocuk, yoluna düşmek mi güzel bu tavşanın, yoksa nereye gittiğini merak mı tüm bu telaşın nedeni acaba?

Bir yıl bitip yeni bir yıla girerken bir çok ritüel gibi yılbaşı çekilişlerini beklemek ve bunun hayalini kurarak geceyi ve günün ilk saatlerini geçirmekte günümüze kadar güçlü bir şekilde gelmiştir. Umut dünyası işte...
31 aralık 2008 tarihinde yapılacak çekilişte büyük ikramiye 25 milyon ytl olup, çeyrek bilet 6, yarım bilet 12, tam bilet 24 ytl'den satılmakta. toplam dağıtılacak ikramiye ise; 144 milyon 25 bin ytl.
Büyük para doğrusu...
Bu para uğruna dökülen kanları, yaşanan savaşları, kaybedilen onurları, özgürlükleri düşününce sıcak evinde oturup elinde alabildiğin bir biletle hayal kurmanın bedeli minimum 6 ytl, böyle olunca bu biletin bir çoğumuza maddi yönden getirisi olmasada ruhsal yönden feci götürüleri olduğu bir gerçek. Çıkacak bu sene bana çıkacak diyerek kendine moral verip ortalıkta gezinen arkadaşlar türeyecek, oğlum varya bu sene koyduk parayı, şu bi çıksın yar ya ah ahh! ardı arkası kesilmeyen söylemler saracak yılın son günlerini, çalışmanın hala en değersiz uğraşlardan biri olduğu dünyamızda devlet eliyle oynanan bu oyuna iştarak etmek her şeye rağmen sevimli bir telaş doğurmuyor değil.

O değilde bana çıkacak bu sene eminim, kesin bende bu sene büyük ikramiye! tabi eğer hemen gidip bir bilet alırsam...

Farid Farjad

Duymak, bir canlının ilk gelişen duyusu. Bir bebek anne karnından dünyayı ilk olarak duyarak tanımaya başlayacaktır. Korkuları duyacaktır, üzüntüleri... mutlu olmayı duyacaktır şen bir kahkahada.. Zamanla diğer duyuları gelişecek ve hayata dokunmaya hazır olacaktır.
Duymak, bir sesi duyup tanımak, ısınmak, sahiplenmek. Hafızanın en derinlerinde saklamak, öyle ki en ciddi hafıza kayıplarında dahi duyunun hatırlama yetisinin en az etkilenmesi diğer bir ilginçlik olsa gerek.
Yaşanılan her şey zaman geçtikçe bir tortu bırakarak kalıyor arkada, çok uzaklardan da olsa duyuluyor sesleri hala..

İranli bir keman virtüözü, Farid Farjad da içinde barındırdığı tortuyu duyurmaya çalışıyor, bunun için de kemanı kullanıyor. Dört telli bir çalgı ile üstelik. Kemanın tınıyan nağmelerinin insan sesine en yakin sesi verdiği söylenir. Sırasıyla sol,re,la ve mi telleri hepsi bu, perdesiz ayrıca. Dolaşsın dursun parmaklar uçurumlarda.

Farid Farjad 1938 Tahran doğumlu, yaşadığı toprakların acılarını sevinçlerini kabullenişlerini isyanlarını anlatıyor. Bize hep tanıdık gelen sesler sunuyor kulaklarımız için. Uzun bir yola çıkarıyor önce ışıkları olan sonra ilerledikçe rampaları tırmanıyor ve o içinize doldurduğu boşluk ile iniyor düzlüklere. An Roozhalarına kaydetmiş tüm bu yolculukları üstelik.

Başka topraklarda doğmuş olsaydı Avrupa da yahut Amerika da, dünyanın bunca yıldır çektiği acıları daha net bir şekilde notalara döküp insanlığın gözyaşlarını kemanı ile sağa sola saçtırmak için her gün kapısı çalınırdı, kendi yarattığı kıyıma bir kılıf bulup, kendini tatmin etmiş olur vicdanını bir çamaşır makinasında yıkayıp, kurutmaya bırakırdı.

Neyse ki sadece müziğini yapıp bazı ruhları gerçekten yıkayıp yaşadıklarını hatırlatıp varlığı ödüllendiriyor.
Yakın zamanda Türkiye'de de bulunup bir dizi konser verdi bu büyük müzisyen. Doğal ve ünsüzdü tüm o popüler kültürün artıklarından sıyrılmış bir ses gibi dolaştı ve gitti. O Farid Farjad, kemanı ile hüznün resmini yapan adam. Nasıl bir hissiyata sahiptir ki o kemanı bu kadar derin ve acıtarak çalabilir, nasıl bir sanatçıdır ki bu sanatını böyle icra edebilir. Fazla söze gerek yok.
Yazarın notu; Eserleri bir yerlerde çalındıkça, gerçek anlamda mutluluğun aslında ne kadar değerli bir şey olduğu anlaşılıyor. Bu sesleri ve hisleri sadece ve sadece onun kemanından ibaret duyabilme dilekleri ile...

28 Aralık 2008 Pazar

Yıl biterken... Yıl başlarken...

İlkokul yıllarında yılın son günleri geldiğinde resim derslerinde bizden bir yeni yıl resmi çizmemiz beklenirdi, eminim bir çoğumuzdan da istenmiştir. Eline boyalarını alan üşümüş minik bedenler büyük hayal güçlerinde yeni yılı daha bebek bir insana ya da genççe bir çocuğa, giden eski yılı da ak sakallı bir dede olarak betimlerler idi. Sanıyorum bunda televizyonların etkisi ve noel baba figürünün bilinç altına yerleşmiş olması yadsınamaz.
Bir dini dönüm olmasına rağmen günümüzde evrenselleşen bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkan yıl dönümleri kullandığımız takvimin çizik atılacak yeri kalmayıp yerine bir başka sayfa açılması olarak en basit şekilde tanımlanması mümkündür. Bu takvimin adı da miladi takvim olarak bilinir. Türkiye'de de 1927 yılında kabul edilmiştir.
Jülyen takviminin yerine Papa XIII. Gregory tarafından bir takvim yapın yiğenim ama şöyle afilli bir şey olsun! emriyle yapılan takvim olarak bilinir, miladi takvim. Dünyada en yaygın olarak kullanılan takvimdir. Ondandır ki 31 aralık tarihinden başlamak üzere saat farkıyla birlikte doğudan başlamak üzere tüm dünyanın bir düğün yerine çevrilmesi etkinlikleri ile kültürler arası farklılıkların giderek azalmasınıda hesaba katarak bakıldığında, genellikle eğlence amaçlı etkinlikler ile kutlanır.

Yılın son günü yaşanırken hep bir içsel ağırlık olur bu genellikle geçen bir yılın muhasebesinin bir bilgisayar devresi gibi çalışan vicdan ve zihnimizin geri planda bize farkettirmeden yaptığı işlemden kaynaklanır. Sonra gece on iki'yi biraz geçtiğinde, iyi dilekler ile birlikte bir soda içilir geçer.

Çok uzun şeylerin yazılabilmesi mümkündür ama sanıyorum bir yıl daha geride bırakılıp koşar adım sona yaklaşıldığının farkedilmesiyle, insanoğlunun kendisinin hancı olmadığını aksine birer yolcu olduğunu hatırlatması, eğleneyim yahu biraz demek için kutlamalara ağırlık verilmesi ile işin neşeli yönü ortaya çıkar.
Fikrimce ancak özgür ve geliri artan toplumlar içinden geldiği gibi eğlenmenin tadına varacaktır diğer yandan insanlar genellikle hayatlarında bir değişiklik yapıp (!) evde oturup televizyon izlemeye tercih edeceklerdir, başka bir seçenekleri olsaydı diğer ihtimali de düşüneceklerine hiç şüphe yok tabi. Genellikle bu televizyon başı yeni yıla giriş durumu neticesinde bütün bir yıl, bize doğrudan verilenleri düşünmeden, hazmetmeden, midemize oturmuş bir şekilde kabullenişle de geçer. Ancak bu sefer bu şişkinliğin geçmesi için soda pek yarar sağlamaz.

Sözün özü yeni bir yıl yaklaşırken, her şeyden önce sağlık ve mutluluk daha sonra ise, geçen yıl yapmak isteyip yapamadıklarımızı yapabilme fırsatı, eğer ne yapmak istediğimizi bilmiyorsak ne yapmak istediğimize karar vermek için karşımıza çıkan fırsatları kavrabilme ve bunları kendimiz lehine dönüştürebilme olanaklarını bulabilmeyi dilerim. Dünya için mi? İnsanlığın savaşmamak için bile savaşı kullandığı küre için mi? daha iyi bir ev sahipliği yapsa hiç fena olmaz, kiracıları da insanlıklarına yakışır şekilde hareket edebilme kabiliyetine sahip olması durumunda ortada bir sorun olmaz, umarım bu böyle olursa, bu dilek hakkımızı başka dilekler için kullanabiliriz.
devamı gelecek...

27 Aralık 2008 Cumartesi

Sabun


Uykusuz bir gece düşünün bir gram uyku göz kapaklarınıza nasılda ilaç olacak, size nasılda çölde vaha bulmuş bedevi mutluluğu yaşatacaktır. Bildiğiniz tüm yolları denemişsinizdir, bünye yorgunluktan ölüyor ama o şalter bir türlü atmıyordur, filmler izliyor, kitaplar okuyor, televizyonun o ruhsuz ışığı karşısında orta oyunu oynuyorsunuzdur ama tüm çabalar nafiledir, siz artık kendinizin bir organı halini almışsınızdır...

makinaya hoş geldin oğlum der içsel bir ses pink floyd'un o eşsiz müzikali içinde...

artık yüzünüzde ki gülümseme içinizde ki sinirleri bastırmaya çalışan bir bekçi görevi görecek, bu baskının sonucu galip çıkan tarafı ilan edemesekte, mağlup olacak tarafın kimliğine konacak fotoğrafı çekebilecektik.

Bundan sonrası sadece bir arayıştır üstelik kaybolan uykunun peşinde düşülen bu aramada yol tek yönlüdür ve biz yolun başındaykan gidilecek tek istikamet nefes borumuzdan içeri doğru süzülen derinliklerdir.
Her insan kendi çektiği acıları dünyanın en büyük acıları sanır ve kendini gereğinden fazla önemser.
Diğerleri ile tanışmak yalnızlığın aslında toplu bir yalnızlık olduğu mahşeri bir telaşın tohumlarının içimizde bir yerlere serpildiğinin kanıtlarını aramaktır bu yolculuk.
Yol boyunca karşımıza çıkacak tüm figürler daha önce hiç olmadıkları şekillerde görüneceklerini bilerek kendilerine ayrılan sürede sahne alacaklar ve öylece çekip gidecekler.
chuck palahniuk bu kitabıyla tanışanlarda, david fincher görselini izleyenlerde ilk kuralın bahsetmemek olduğunu bilirler peki ama bu kuralı koyanlar, olup bitenden kendimize bahsetmeyi atlamışlar mıdır? kendimize bahsediyorsak ve aslında biz oysak? ya da bahsettiğimiz kişi tamamiyle bizim bir parçamızsa?
Sabun, insana ait olan ve yine insana ait olandan arınmasını sağlayan kimyasal olarak yalnızca yağ ve naoh.. mu ?

Sorular sorular...

Kült mü arıyorsunuz duvarınıza bakın bir yerlerine sinmiştir.

26 Aralık 2008 Cuma

Galatasaray'ın bomba ve ötesi transferi

İşte Galatasaray'ın yeni bomba transferi;
Uzun süredir Haldun Üstünel ve ekibi tarafından gizlilik içinde sürdürülen görüşmelerde, L.A GALAXY yetkilileri ile anlaşılması üzerine bu bomba transfer harekatı sonuç verdi ve ünlü golcü Hüseyin Yılmaz, Galatasaray forması ile poz vererek taraftarlara geliyorum mesajını yolladı, ''bu sezon gol krallığının en büyük adayıyım, tribünler benle birlikte çoşacak'' açıklamasını yaptı. Leblebi gibi gol atacağını bildiren Hüseyin Yılmaz, ben 6 yaşımdan beri Galatasaraylıyım açıklaması ile taraftaraların sevgisini kazanacağına hiç şüphe yok. Yıllardır Amerikada futbol oynadığını ve yıllarını bu sporun inceliklerini çözmeye adadığını ekledi ve ben bu işin profösörüyüm diyerek sözlerine son noktayı koydu. Michael SKIBBE 'nin ileri hatta Baroş ile birlikte Hüseyin Yılmaz'a forma vermesi bekleniyor. Şimdi Galatasaray'ın UEFA'da ki rakibi Bordeaux 'un bu flash transfere karşı nasıl bir önlem alacağı tartışma konusu olmuş durumda. Hüseyin Yılmaz'ın yetkili makamlardan alınacak izinle 100 numaralı formayı giymesi bekleniyor.

Bu trasferde ki tek pürüz şuan için Hüseyin'in eşinin iknası. Buna karşın boğazda yenilecek balık yardımı ile ikna edileceğinden hiç şüphe duymayan kulüp yetkilileri, Hüseyin camiaya hayırlı olsun denilerek, trasnfere son noktayı koyduklarından emin oldukları gözlendi. Hüseyin'in ne kadar ücret aldığı açıklanmazken, bolservisinin elinde olması bu yıldızın takıma kazandırılmasında önemli bir faktör oynadığıda bir gerçek. Şİmdilik aktaracaklarım bu kadar, Ben Ümit Enginsoy; NTV Washington'dan bildirdi.

Mock and Sweet

''Bir tek çocukluklar renkli kalır, renkleri ile hatırlanır...''

Mogu Mogu

İki köstebeğin dünyasından bir anahtar deliğinden baktığımız yıllardı dünyaya, tüm zorlukları engelleri bir toprak gibi eşmeyi, sonunda kazanılan zaferlerin buruk mutluluklarının tadını yaşamadan öğrendiğimiz yıllardan kalan en canlı renkler idi mock and sweet... Şarkısı hikayeleri, karakterleri bulanık birer hayal olarak saklandı genç ve pırıl pırıl beyinlerin en derinliklerinde ve nerde duyulsa hatırlanırdı o yıllara ait ne varsa, bütün gün dışarıda topun peşinden koşturmak ve annemizin elimize tutuşturduğu reçelli ekmeğin akan tarafından ısırmak ve yapış yapış olan ellerimizle idare etmeyi bilmekti en zor dertlerimiz. Yarısı boyanmış kitabı paylaşmak için hangi arkadaşımızı seçmekti kararsızlıklarımız, çıkarların daha fazla sevilmek olduğu bir dünyanın toprak kaplı figürleriydi onlar beyaz ekrandan yansıyan en faydalı şeylerde onlar oldular. O zamanlarda küçük kara balığın denize ulaşma hayallerini kurardık hayal dünyamızda. Şimdilerde bir yaprak gibi titreyerek savrulduğumuz hayatlarda düşlerimizi saklayacak yer bulamaz olduk ve onları boyacak boya kalemlerini acaba en son hangi sandıkta unuttuk?

Dikkatle incelenince görülecektir ki; küçükler yabancı bildikleri şeylerden korkmazlar, şimdilerde bir çok kişinin elini bile sürmeye çekindiği börtü böcekle birer oyun parçasına dönüştürmeyi meta bir şey saymazlar. Hayat öğrettiği her şeyden birer karşılık alarak sunar bize yollarını ve yıllar geçtikçe üzerinden verdikleri aldıkları yanında hep karlı olandır. Biz ise derin aldanışlarda uyuttuk hatıralarımızı.















Bir zamanlar çocuktuk

Ay parlardı ellerimizde,


Bir zamanlar masumduk

Güller açardı gözlerimizde.


Bir zamanlar ıssızdık

Boş sokaklardaki taşlar gibi sessiz.


Bir zamanlar kararsızdık

Tercihlerimizde hep bir ürkeklik.



Bir zamanlar dönmemek üzere sözler vermiştik

Ardımıza bakamadığımız,


Bir zamanlar kelimelerimiz vardı

İki sevgili gibi masumca isterlerdi birbirlerini,

Her seferinde şevkle kavuştururduk.


Bir zamanlar duygularımız vardı,

Geceyi onla hissettik,

Serindi…

Günü onla sevdik,

Isıttı…


Bir zamanlar duyularımız yön verirdi bize,

Güneş tepedeyse sen dağın eteklerinde,

Sen tepedeyken güneş dağın ardında,

Rüzgar ise yalın bir özgürlük demekti.


Bir zamanlar severdik

Kaybetmeler dokunurdu

Hırslarımız bizi bolca terletir

Sonunda hasta ederdi.


Bir zamanlar anne eli başımızda,

Ateşimizi ölçer dudakları,

Suçlu gözlerimizi kaçırırdık

Suallerde.


Bir zamanlar güzel rüyalar görürdük,

Birden bitmeyen,

Ve hep gerçekmiş gibi gelen.

Bir zamanlar öperdik sevgiliyi

Vapurlarda uçuşan saçlarıyla

Çekerdik içimize mutluluğu.


Bir zamanlar yemyeşil vadilerde koşardık,

Dev betonların ağaçların yerlerini alırcasına dikilmediği,

Ne kadar özlesek de geriye dönemediğimiz

Mahalleleri hatırlar,

Hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı sokaklardan geçerdik her seferinde.


Bir zamanlar bir uyku geldi durdu tepede,

Güneşi ardına saklamış,

Seni zirvede ağırlamış.

Basit bir oyun gibi sonu önceden bilinen,

Karmaşık bir denklem gibi doğruyu bulmak için her seferinde farklı değerler verdirten,

Geri sayımı içinden yaptığın,

Tüm gökkuşağını içine sakladığın,

Çok kişinin figüran fakat tek başrollük bir oyun

Bu yaşadığın…


KARANLIKTAN KORKAN BİR ÇOCUĞU KOLAYLIKLA HOŞ GÖREBİLİRİZ ASIL TRAJEDİ AYDINLIKTAN KORKAN YETİŞKİNLERDİR


24 Aralık 2008 Çarşamba

Themistokles ve Hukuk

Pers Savaşları boyunca Atina meclisinde görev almış bir liderdir. Atinalıları Perslerin saldırılarına karşı donanmayı geliştirmeleri için ikna etmesi ile tanınır. Hikayeye göre senatoda hararetli tartışmalar esnasında üzerine yürünmesi nedeniyle ettiği bir çift söz bize sözlerin ne kadar üstün ve güçlü birer eser olduğunu bir kez daha vurgular, üstüne yürüyenin gözlerinin içine bakarak;
' vur fakat dinle ' diyerek sözünü dinletmesini bilmiştir,Themistokles.

Aynı zamanda yunan mitolojisinde ilahi adalet tanricasi olarak isimlendirilir. Biz daha çok kısaltmasını biliriz; themis. Elinde kılıç ve bağlı gözleri sonradan yakistirma olduğu rivayet edilmekte, mitolojiye göre zeusun ikinci sırada ki eşidir.

Gözündeki örtü herkes için tarafsızlığı, elindeki kılıç adaletin keskinliğini, diger elindeki terazi ise adil olmayı yani adaleti temsil eder.

Modern Hukuk anlayışı, insanlığın bir araya gelerek ortak yaşamı seçmesiyle beraber oluşmaya başlamıştır, en temel bilimlerden biri olan hukuk, salt yasalardan ve kanun koyucuların buyruklarından ibaret bir terim değildir, tarihsel gelişim boyunca insanlar iktidarı ve gücü eğemen kılma çıkarları doğrultusunda yönlendirme güdüsüyle hukuku defalarca kendilerince uyarlamışlardır. İdeal hukuk kavramıda bu anlayıştan ötürü ortaya konmuştur. İdeal hukuk, uygulanması ve yürürlüğe konması açısından en temel hakların korunması gerektiğini bize anlatır diğer bir ifade ile en iyi yaşam biçimini sunmayı hedefleyen anlayıştır, biz mevcut hukuk yapımızı ne kadar bu mertebeye taşırsak ideal olana da o derece yaklaşacağımızı bilmeliyiz.

Hukuk dinlemektir, empatidir, vicdandır. Sembollerde olduğu gibi eşitliği, adil olmayı ve bunun getirdiği özgür biçimde yaşamı desteklemek için hukuka her zamankinden fazla ihtiyaç duymaktayız, gelecek yüzyıllara insanlığı ve medeniyeti taşımak istiyorsak bu araç hiç kuşkusuz günümüzde nasanın, aurora borealis'in sirlarını yani kuzey ışıklarının akıbetini öğrenmek maksadıyla uzaya göndereceği uydulara verdiği salt isim olarak değil o güzel, anaç, ayrım gözetmeyen themis olmalıdır.

Müzik


Vedat Sakman

usulca sokulur gece, geçince vedat sakman'ın sesinin karşısına, nerde olursa olsun kara kışlarda upuzun yollar aldırır size, yolların üzerinde ki o silik ışıkları altında konuşur sizle, ateş oldum ile aşk ateşinden nasıl payını aldığını anlatır ve size sizce aşkı anlattırır,cennet ile gidişin ve son bir dönüp bakışın, tek tek vedalaşmanın resmini çizer. tüm bu duyguları size güçlü bir şekilde anlatabilen müzik ve duygu aktarıcı insandır.

Zerdaliler

Sözün bittiği yerde başlar, durur... bakar... ve hoşçakal bir kum tanesine dönüşür, sahi bunca yil sonra nasilsin?


ay nerde doğsa oradaydık
dallarda zerdali çiçekleri
savrulup gider ruzğar esince
bütün bir bahar boyle geçti

anlardım aklından geçenleri
sustukça konuştuk sanki
sevdaymış yine bu içimizde
yıllardır uyuyan deli
sessizlik sensin geceleri

fincana kahve koydum gel
bugün şeytana uydum gel
ay doğdu dağin üstünden
dallarda beyaz çiçekler

boyandım gecenin karasına
artık kimse kıramaz beni
o kül gibi deniz, o sessiz kız
kayıp bir sandala binip gitti
ne sen soyledin derdini
ne ben sevdiğime inandım
unut geçen eski günleri
bunca yıl sonra nasılsın?

anlardım aklından geçenleri
sustukça konuştuk sanki
sevdaymıs meğer bu içimizde
yıllardır uyuyan deli
sessizlik sensin geceleri

fincana kahve koydum gel
bugün şeytana uydum gel
ay doğdu dağin üstünden
dallarda beyaz çiçekler

Bir şehirden daha fazlası


İstanbul, elini içine daldırdığın kocaman bir kuyu, sana ne vereceği her zaman sır, bünyeye hep bir ürperti salan ama bir sevgili gibi yanı başında aranan, üzümlerinin en güzel hasat zamanlarından elde edildiği şarap tadında şehir.

Kafası güzel adam...

...Hep söyleyecek bir sözü olan ve hayata sözünü esirgememiş, onu bilenlerin ağızında şarap tadı bırakan ve çakırkeyif edip uğurlayan büyük şair, ağzı harbi kafası her daim güzel adam...


başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..

bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince

nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..

Merhaba

austos, gündüz sıcağına, akşamları ürperten rüzgarına duyulan bir hasrettir, şelalenin en tepesinden aşağıya bakmak, uçurumun kıyısında olduğunu bilmene rağmen gülümsemektir, her şey üstüne gelirken, altını kurtların oyduğu sandalınla üstüne yürümektir , göç etme zamanıdır leyleklerin ve küçük yüreğinde taşıdığın umutların ekilmesidir bir sonraki zamana , hasat zamanına ramak kalmasını bilmek, ekmeğin peynir ve domatesle oynaşmasına izin verdikten sonra yastığa başına koyduğun an dilinde ki kırık dualardır ve bir sevdadır, ah agapi mou, egenin gökçe mavisinde soğuk suya ayaklarını sokmaktır. ağustos yalnızca bir aydır, diğer on bir aya rağmen...

Yılların anısına bir tür not düşme olarak akıl defteri görmesi niyetindeyim bu sayfanın, kimsenin gül bahçeleri vadetmediği zamanlardan, paylaşma duygusunun yüceltildiği zamanlara alınan bir yolculukta bir beyaz çizgi olabilmek güzel olur tabi ama burada bulunan şeylerin itibar duyulmasını ve ciddiye alınıp dünyayı değiştirmesini kesinlikle beklemiyorum, yazdıklarımın kendi dünyamdan eş başka yollara ulaşmak tüm amacım.

Kelimeler insanların yarattığı en özel eserlerden biridir, belki de en önemlisidir, bir din bir inanış gibi içinde ruhani bir nefes olan yapıtlar, istediğin gibi oynayabilirsin kelimelerle, bozabilir ve tamir edebilirsin, savaşlar çıkarabilir, sevgiler yaratabilirsin, üzerine yüklediğin her anlam farklı bir yapıya bürünmesini sağlayabilir kelimelerin, hayatın kendisinin bir fon müziğinin olduğunu düşünüyorum, duymak için sadece duymayı istemek yeter, bizde kıyısından bir iki söz ekleyelim belki bir anlamı olur gitmelerin...
Şimdiden sürçü lisan edersek affola, içimizde gizlenmiş kelimelere ithafen..