3 Mayıs 2009 Pazar

Şehir...


İlk yollar vardı bir yerden bir yere gitmek için, misal bir sığınağa, yahut bir başka ekine...
Sonra taşlardan yuvalar yapıldı, soğuktan, ıslanmaktan ve yabandan korunmak için evler... Daha sonra diğer insanlar biraraya geldi, gelmek zorundaydı, yaşamak için ve yalnızlıklarını paylaşmak için, ancak yalnızlıkları hiç azalmadı, paylaştıkça çoğaldı her şey gibi...
Sonra köyler kuruldu, köyler birleşti genişledi evren gibi, şehir kondu adı.
Gelişler arttı şehirlere, gitmek isteyenler de çoğaldı aksi gibi.
Anlamdı insanın aradığı, gelmeye, gitmeye, kalmaya, aldığı nefese bir anlam aradı, ilk bulduğu şeyi kullandı, yolları... düştüğü yollar her seferinde kaçtığı şeylere geri getiren bir bumerang gibiydi ya da dünya sahiden de yuvarlaktı!?

Alexandar Kavafis, İskenderiye'de doğmuş, anadolu'da yaşamış yunanlı bir şair. Şiir adamlığının yanında gezgin. Şehir bulucu, anlam verici. Şöyle seslenmişti dizelerinde;

bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin
bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
bir ceset gibi gömülü kalbim.
aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.

yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
bu şehir arkandan gelecektir.
sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
başka bir şey umma-
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

Herkesin kendine ait bir şehri vardır, kendi dünyasında oluşturduğu arada soluk almak için sırtını surlarına dayadığı, yalnızlığının kapılarını sürgülediği, bazen konuklarını ağırladığı, elleri ceplerinde sokaklarında gezindiği, kıyısı denizlere komşu, kağıttan gemilerini yüzdürdüğü, ıslıklarından kuş cıvıltıları eklediği, suskunluklarıyla yazdığı kitaplardan kütüphaneler yarattığı.


ithakaya dogru yola çiktigin zaman,
dile ki uzun sürsün yolculugun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
ne lestrigonlardan kork,
ne kikloplardan, ne de öfkeli poseidondan.
bunlarin hiçbiri çikmaz karsina,
düslerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmissa eger.
ne lestrigonlara rastlarsin,
ne kikloplara, ne azgin poseidona,
onlari sen kendi ruhunda tasimadikça,
kendi ruhun onlari dikmedikçe karsina.
dile ki uzun sürsün yolun.
nice yaz sabahlari olsun,
essiz bir sevinç ve mutluluk içinde
önceden hiç görmedigin limanlara girdigin!
durup fenike'nin çarsilarinda
esi benzeri olmayan mallar al,
sedefle mercan, abanozla kehribar,
ve her türlü basdöndürücü kokular;
bu basdöndürücü kokulardan al alabildigin kadar;
nice misir sehirlerine ugra,
ne ögrenebilirsen ögrenmeye bak bilgelerinden.
hiç aklindan çikarma ithaka'yi.
oraya varmak senin baslica yazgin.
ama yolculugu tez bitirmeye kalkma sakin.
varsin yillarca sürsün, daha iyi;
sonunda kocamis biri olarak demir at adana,
yol boyunca kazandigin bunca seylerle zengin,
ithaka'nin sana zenginlik vermesini ummadan.
sana bu güzel yolculugu verdi ithaka.
o olmasa, yola hiç çikmayacaktin.
ama sana verecek bir seyi yok bundan baska.
onu yoksul buluyorsan, aldanmis sanma kendini.
geçtigin bunca deneyden sonra öyle bilgelestin ki,
artik elbet biliyorsundur ne anlama geldigini
ithakalarin.

Gürültünün bir ninni gibi uyuttuğu, karşı pencerenin uykusuna uçan bir halıda konulduğu, kurşundan bıyıklı askerlerin koruduğu, tutsak hayatlar, özenilen yaşamlar, kimsenin toz konduramadığı aşklar. Bir şehrin ortasından geçen denize ait martılar kadar gerçek sevdalar.
ve sokaklar, ah o sokaklar; 'kimse olmak isteyen hiç kimselerle dolu sokaklar.'

Evet bir şehir yalnızca bütün bunlara ev sahipliği yapabilirdi, gidilen ve her seferinde yolunu kendine döndüren...