11 Kasım 2013 Pazartesi

tutsak

gecekırmızısı
Hızlıca çıkmak için bulunduğu yerden, telefonunun çalmasına ihtiyacı yoktu. Yine de bir işaret aranıyor gibiydi. Ceplerini son kez kontrol etti. Bir şeyi ardında bırakmaktan hep korkmuştu. Kalmadığını bilmesine rağmen bir kez daha...

Kapıyı açtı, ışıkları kapattı, karanlık odaya baktı. Farklı bir şey görmeyi beklemekten hiç vazgeçmedi. Aynıydı.

Hava serinden biraz daha soğuk, ayazdan biraz daha ılıktı. Yine de yakalarını kaldırdı. Adımını attığı yolda ona çarpmaktan teğet geçen arabanın camında kendi yansımasını gördü. Karşıya geçti, kalabalıktı. Kalabalıktan hiç hoşlanmamıştı. Hayalleri ona önce bir sigara yaktırdı. Sonra hemen söndürdü. Neden sonra aldığı yol çok olmuşcasına, durakladı. Her zaman hızlı yürürdü. Gölge gibi kelimeler zihninden geçerken ne güzel bir karanlık var bu akşam diye düşündü.

Dev bir binanın önüne geldiğinde onu iki kişilik uyduruk şekilde yapılmış bir bank karşıladı. Bank beyazdı. Gece ise hala karanlık. Kendini bıraktı. Çarpraz şekilde astığı çantasını önüne aldı, ellerini bağladı. Üşümeye başlamıştı. Bundan da hiç hoşlanmamıştı. Bankla konuşmaya başlayana kadar da bu hoşnutsuzluğu devam edecekti. Kendine karşı hep ağır bir yüz barındırırdı. Oysa gülümsemenin ne kadar yakıştığını biliyordu.
Başını gökyüzüne kaldırdı, her şey yerli yerinde mi diye kontrol eder bir havası vardı. Bank tam bu sırada konuşmaya başlamış olmalıydı.

-"Gün geçtikçe büyüyen bir girdabın icine giriyorum. Ne istiyorum. Özgürlük mu? Acı mı? Mutluluk!? Sahi böyle Bi sey var mı?"

Cevap bekler bir hali yoktu, cevap verecek bir muhatabı da. Ama bir karşılık hep verirdi kendisine söylenen her cümleye bazen içinden bazen dudaklarından döküldüğü de olurdu.

-Beklentiler,
Beklentiler... dedi.

Beyaz bank devam etti. Cevap onu vazgeçirmemişti. Aksine daha da hiddetli bir şekilde duyuldu sesi,

Parçalanmış düşünceler
Her seyi berbat etmeye o kadar yakınım ki
Sınırlarda dolaşmaktan incinen parmak uçlarım
Kaç zamandır değişmeyenler
Dar gelen kalıplar
Olmak istenmeyen yerler
Harcanan emekler
Beklenmeyen karşılıklar
Yorgunluktan sıkılmak mı bu sıkılmaktan mı yorulmak
Uyuyamadigin çığlık çığlığa bir hayatın
Uyku arasında yaşaması
Tutsak, yaralı...
Oysa hiç tatmadigim özgürlüğü
Arada tanıdığım bir kaç ben
Bilemedim nedir eş su yalnızlığıma
Ve nasıl
Son bulur
Nasıl tanrım? susması için soru sorması gerektiğini bilir bir şekilde yavaşlamadan, tam da başladığı gibi gömüldü sessizliğe.

Tamam sus artık dedi, soru sormayı bırak. Buradasın. Bu koca binanın tam önünde ve önünden geçen onca insana rağmen yalnızlık, bunu biliyorum ve daha bir sürü şeyi. Sen olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemem yalnızca.

Sen de ben olmanın ne demek olduğunu bilemezsin, o herkimse o da bilemez. O yoldan geçenler, onlar da. Kimileri bunu hiç düşünmez. Bilmeden düşünmez. Düşünmenin ne menem bir bela olduğunu hiç bulaşmadan düşünmez. Sen napıyorsun peki, sadece düşünüyorsun. Tabi yapabileceğin bir şey olmaması da buna etken. Benim de öyle bak, şuan sıcacık evime gidebilirim. Kravatımı hemen çıkartıp, elimi yıkabilirim. Biraz ısındıktan sonra hemen mutfaktan bir tabak alıp, sıcak bir şeyler yiyebilirim. Çöken ağırlıkla birlikte rahat koltuğuma uzanıp uyuyabilirim-tanrım ne kadar güzel bir şey olmalı- ailem olur belki o sıra sesleri duyulur, onlara gülümserim. Her bir sese gülümseyebilirim ben, evet.

Sonra sabah olur. Hep sabah oluyor. Biliyorsun değil mi? Her şey değişiyor.                                                 Şimdi yanındayım. Biraz sonra buradan kalkacağım ama sana anlattıklarımı yapmak için değil, sen bu kocaman binanın hemen önünde, gittikçe azalacak kalabalığın ortasında bu söylediklerimi düşüneceksin.
Sonra etrafında birileri dolacak, birilerin yanında birileri olacak, belki iki suçlu az önce işledikleri suçunu itiraf edecekler, buna katlanabilir misin? sonra diğerine bilmiş bilmiş telkinlerde bulunan iki kız oturacaklar, uzun boylu güzel bakışlı çocuğu çekiştirecekler. tam burada. bir sürü tutmayacak planlar yapılacak. İki adam belki de senin hemen yanında kavgaya tutuşacak, ayıramayacaksın. Bütün bunlar olacak.

-Hep olur. Dinlemek ister misin?
Beni dinlemeni istiyorum biraz, buna katlanabilir misin?

-Hayır. Sanırım seni dinlemek istemiyorum. Çünkü anlatacaklarını biliyorum. Çünkü ben buraya geldiğim vakit Sen susuyordun. Susmak özgürlükmüş, güçlülükmüş. Biri söylemişti bir gece bana, ah ah!
Neyse, Sen konuşmaya başladığın zaman ise ben sustum. Senin anlattıklarını düşünebilir, hayal etmeye çalışabilirdim. Bunu yapmadım. Çünkü ben beyaz, mızmız bir bank tarafından esir alınmış olamazdım.
Beni zaten esir alan bir dünya vardı. Ben tutsak bir hayatın hükümlüsüyüm. Sen bir tutsağı tekrar nasıl esir alabilirsin ki. Senin tutsağın olabileceğimi de nerden çıkardın.

-Sana anlattıklarımı dinlediğine eminim. Öyle olmasaydı bana bunları söylemezdin. Beni dinlemeseydin. Şu akşam şu serinlikte kimi dinliyor olacaktın? O yüzden sana bir teklifim olacak, esir olayını abarttığını düşünüyorum ama eğer istersen seni özgür bırakacak şeyi biliyorum, bunu sana söyleyebilirim, karşılığında tek istediğim beni dinlemen.

-Hahaha, beni güldürmeye başladın işte şimdi, benim tutsaklığımı özgürlüğe dönüştürebileceğini söyleyen beyaz bir bankın mızmızlanmalarını dinlemem gerekiyor. Yapacak başka daha iyi bir şeyim yokmuş gibi. Hem bunun bir oyun olduğunu anlayamadığımı sandın. Beni aptal yerine koyma dostum. İkimizde biliyoruz ki sen beni kandıramazsın. Boş vaatlerle seni dinlememi sağlayarak bir ton gevezeliğine ortak olmamı sağlayacaksın, sonra anlatacakların tükenince amacına ulaşmış olacaksın.

Yoo bunu yapmana izin veremem. Beni bu kadar saf sanmanın sebebini merak ettim doğrusu, ayrıca kaç kişiyi kandırdın böyle, gerçekten insanlar bu kadar aptallar mı!?

-Ben senden bir şey istemedim ki ne yapıyorsan onu yap, sadece burada yap çünkü anlatacaklarımın ilgilini çekeceğini biliyorum. Ayrıca seni aptal yerine koyduğumu nereden çıkarıyorsun. Bir insan yamacıma gelip tam üstüme kendini bırakıyor ve ben onunla konuşmaya karar veriyorum. Az önce bana saydığın herkesten daha fazlasını ben tanıdım. Çok daha fazlasını, tahmin bile edemezsin neleri duyduğumu, nelere sırdaşlık ettiğimi. Ama sen buraya geldiğin de diğerleri gibi değildin. Susmak için değil konuşmak için yalnızdın. Gökyüzüne nasıl baktığını görmediğimi mi sanıyorsun. O kalabalığın arasında gözleri aramadığını mı?

-İşte şimdi beni kızdırıyorsun dostum, demek beni takip ettin. Buraya oturacağımı nereden bildin peki onca yer varken?

-Çünkü bunu sen istedin. Burayı tercih ettin. Unuttun mu, tüm tercihler diğerlerini olasılıksız kılar. Sen bunu nereden duyduysan hep tekrar ediyorsun. Yanılıyor muyum? Aslında nereden duyduğunu da biliyorum. O filmi çok seviyorsun dimi? Kaç kere izledin bunu bilmiyorum ama kabına nasıl baktığını çok iyi hatırlıyorum. Kırmızı kabı hep gözümü aldı.

-Neden bahsediyorsun sen!?

-Neden bahsettiğimi biliyorsun!

-Bunu nereden biliyorsun, yeter artık, gidiyorum ben, saçmalıklarını kendine sakla, hem benden neden bahsediyorsun sen. Benimle oyun oynayarak beni ikna edebileceğine hala inanman ise gerçekten takdir edilesi dostum. Tamam sana bir şans vereceğim ama ben de bunun karşılığında sana bir soru soracağım.

- Anlaştık ama soruna doğru cevap verebilir miyim bilmiyorum, seni kandırmıyorum, aksine sana hikaye anlatmak istiyorum bence başka şansın da yok.

-Kes sesini de ne anlatacaksan anlat hadi, gerçekten sıkılmaya başladım ben.

-tamam tamam, işte başlıyorum. 

Denize guneş damlıyordu,
Pırıl pırıldı mavilik
Bembeyaz köpüktu o sırada kalbim
O düştüğünden beri aklıma
Ki oyle ilk görüşlük bir şey degil bahsettigim
Hani su hep bahsedilen türden
ya da zamanla hesaplanabilecek,
Şimşekler çakmamişti etrafta ama
Bulutlar da görünmüyordu
Ve ben anımsıyorum
Bir bir hepsini
Her biri ne guzel ne de guzel şey
Korkutucu derece olmak zorunda mıdır hep güzellik
Ve uzak durmak yakınken
Yakın durmak var boyle uzakken
Ve biliyorduk tüm soruları
Kabullenemeden
Biz boyle degildik
Sendik
Bendik ama biz degildik..
Degildik hiç
Yoktuk kimileri icin
Yoktuk kimileri icin
Var olabilseydik küçük bir italyan şehrinde
1900 lerden kalma opera binasının
Merdivenlerinde bir üst basamakta sen
Bir altında ben
Aynı boya geldiginde dudaklarımız
Sol elim belini sıkıca kavrarken hem de
Ve digeriyle senin o guzel ve karaya vuran dalgalar gibi gözlerine düşen saçlarını tutarken öperdim
Yıldızlar inerdi yeryüzüne ve
gökkırmızısı
Kapıdan çıkar çıkmaz
Turuncuya bürünmüş bir ay karşılardı
Yarısı gizlenmiş
Yarısı..

-Gerçekten bana bir aşk hikayesi mi anlatacaksın?
-Kesme sözümü!! Bitirmeme izin ver!
-Bence kesmeliyim tam burada. Ne bu saçmalık, aynı boya gelecekmiş, elleri belini sımsıkı kavrayacakmış, sen bir kadını nasıl öpebilirsin ki! ben de bu zırvalıkları dinliyorum, az önce mızmızlanıyordun şimdi de zırvalıyorsun dostum. Buna katlanabileceğimi sanmıyorum.

-Bekle de devam edeyim. Anlayacaksın
-Hayır hemen buna bir son ver.
-Peki. Bitiriyorum. Bunu biri geçen sabah havanın bulutlu olduğu erken saatlerde üzerime oturan biri yazdı, o kadar durgun görünüyordu ki, sabahın o saatlerinde burada sadece görevliler ve işlerine yetişmeye çalışan koşuşturan insanlar oluyor. Öyle güzel yazıyordu ki, öyle kendini kaptırmıştı ki, bir anda bıraktı yazdığı kağıdı üzerime ve kalkıp gitti. Bir şeyden kaçıyor gibiydi. Gözden kaybolana kadar ona baktım, merakla da yazdıklarını okudum sonra görmek istersin diye sakladığım yerden çıkarabilirim. Çünkü burada çok sert rüzgar eser eğer saklamamış olsaydım, buradan yazdığı yere kadar uçabilirdi. İşte dostum tutsaklıktan bahsediyorsun. Asıl tutsak olan biz değiliz, yazdıklarını, düşlediklerini içinde tutanlar asıl tutsak eden zalimler. esaret elbette ki büyük bir zulümdür. Ancak bu zalimler sanıyorum tutsak ettiğimiz her şeyle bizleriz. Ben o an daha onu bu esaretten kurtarmaya karar vermiştim. Şimdi o yazdıklarını sana söyleyerek bu tutsaklığın zincirlerini sonsuza kadar kırdım ve sen bu konuda bana yardım etmiş oldun kardeşim, teşekkür ederim.  

-Ne o şimdi de bilge bir bank mı oldun, mızmızken hiç çekilmezdin, şimdi de bana ders vermeye mi kalkıyorsun?
Gidiyorum ben ama madem bu zaman kadar kaldım, oyunumuzun kurallarına ve sözüme sadık olacağım sana bir soru soracağım.

-Elbette, bekliyorum, cevabım bile hazır!

-Neden bunca yer varken, buraya gelip oturdum?

-Çünkü bir şey arıyordun. Bir sabah hızlıca bir yere yetişmek için kaçar gibi gitmeden hemen önce kaybettiğin bir şeyi. Tek hatırladığın buraya yakın bir yer olduğu idi. 





http://www.youtube.com/watch?v=ZASjl4lKkmQ