21 Kasım 2009 Cumartesi

Sis



Cam görünümlü plastik makyajlı
devasa betonların ardında
gri büyük bulutların gölgesi vuruyor
o karanlıklar arasında bir yol
varla yok arası izlerde yeşil bir fil yürüyor,
ağır ve aksak
ve dönerken dünya hissettirmeden
bize ağaçların tepesinde kiraz arattırıyor.
patron görünümlü
şişman kedilerin
parmakları arasında ki kocaman yüzüklerin
konduğu masalarda kaybettiriyor çekirdekleri
eğer ki
sıyrılabilseydi orda ruhum
süzülüp onca yolu
geçip gri bulutların arasından
varacaktı
yemyeşil bahçelerin ardında sislerle gizli
misket kuyularına.
Çünkü gözleri bir şarkı gibiydi
Çünkü “gözleri eski bir deniz mavisi”
Yani yokken ay tepede
gözleri geceden daha derin.
Ve tanımlıyor bilmediği bir ayrılığı biri;
her ayrılık bir cinayettir ve gidenin kalanı öldürdüğü
ve yeniden doğar kalan,
aynı bedende başka biri.
Katil olay mahalline sonradan mutlaka uğrayacaktır
Lakin üzülme seni asla eskisi gibi bulamayacaktır.
Yani sisler ardında
Gizli bir hikayenin
Yansıyan yüzleriyiz;
Biraz karanlık ve pus
Az biraz da bilinmez
Ve özünde ekşi bir melankoli.

5 Kasım 2009 Perşembe

Kasım yolu düz gider.

''deh deyin dostlar benim atıma hep birlikte deh deyin''

Uzun yolculuklara çıkarız, ardımızda bıraktığımız bir yığın telaşlı soru. Yükleniriz hep en hüzünlü sesleri kulaklarımıza, içimizde bilinmez bir şeylerin tarifsiz telaşı.

yeni yollar alır, atlarımızı süreriz dört nala...
belki bir kaçış, belki sadece bir yere varmanın endişesi aydınlatır önümüzü.
büyürüz.*


paramparça olur çoğu zaman biriktirdiğimiz tüm çıkarımlar, yığılır kalır denizin kıyıya vurduğu taşlar gibi duygular.

yepyeni şeyler satın alınır köhne isteklerin çağrısı yanıtsız kalmasın diye ve borç yazılır yarınlar.

Geleceğe yaptığımız yatırımları tartar zihnimiz arkalarda bir yerlerde, günlük akışın sorgulamalarına inat imzalar atılır hiç kullanmadığımız adlar ve soyadlar.
Hayaller kurarız kalabalık otobüslerin yağlı camlarına dayadığımızda başımızı.
Uzun yolculuklara çıkarız, sonucu başlangıcı belirsiz.
ve anlarla ölçmeyiz.
sanlar süsler gözlerimizin önünü. yaşarız başkalarının hayatlarını kendimizinmiş gibi.
Filmlerin, romanların kahramanları bizim hiçbir zaman olamayacağımız şeyleri sunar bize,
biz ise kendimizi o atfederiz bir kaç kısa öykülük.
Şimdilerde ise bambaşka bütüm yolculuklar. Bir yol hikayesinin tam başladığı yerde işte durmakta yazar. Her şey soğuk bir kasımda başlar.
Kasımdı aylardan, titreyen yaprakların kendilerini özgürce bıraktılarında boşluğa, o an özgür olduklarını sandıklarında yer çekiminin ve rüzgarın amansız iktidar çekişmesinin bir kurbanı olduğunu düşünmemeşti bile yaprak.
Önceleri rüzgar tüm ihtişamı ile sürüklese de diyar diyar zavallı yaprağı, güçlü yer çekimi galip gelmişti sonunda ve sıkıştırmıştı bir taşın arasına, bu toz pembe kristal esinti ve gri yer çekimi gittikçe zayıflatmış ve kurutmuştu yaprağı.
Rüzgar doğru zamanı bekliyordu saldıraya geçmek için.
Ama bunun yaprağa hiç bir faydası olmayacaktı malesef bunu yaprak da biliyordu.

Başkalarının oyununda bir figüranlık hepsi o, onun sandığı kaderinde, bambaşka hayallerde kahramanlık metiyeleri vardı oysa ki...

Ah yağmurlarla kaplı Kasım. Ne yollar yıkadın bakalım?

Dünya bir keşmekeşin tozlu ve rutubetli sahnesi, uzayda ki o hissiz sessizlik ise kıvrılmış keman tellerinin vurucu sesi.
ve insan hayatı; eşiksiz bir kapının düzayak odalarından merdiven basamaklarına geçiş sanki.
bütün hepsi bu.*

Hastalıklı öksürüklerin, kalabalık ve alık insanların, ölümcül telaşların şehvetli tutkularıyız. bizi öldüren her şeye bizi yaşatsın diye sarılmak bizim tüm hikayemiz.
Aşılar vurur kendimize antikorlar üretmemizi bekleriz. Değiştirdiğimiz genleri yiyip, işlediğimiz suları içeriz. ve sonunda pür pak doğal olmayı bekleriz. Ciğerlerimize çektiğimiz havayı filitreleyip gazete kağıtlarında ki mürekkeplerle sarmalanırız, bizi ısıtsın diye giyindiklerimizi derimize işleriz.
arada, pamuklara sarılmış fasulyeleri minik bir tabakta bekletir bir iki damla gözyaşı ile masum sevgiler yetiştiririz.
tüm güzelliği ile bize geriye kalanda bu olacaktır avuçlarımızda.
karşılıksız bizi sevenleri üzmekten çekinmeyiz. oysa ki pişmanlıkları ayaklarımıza bağlar, denizlerin derinliklerine atlarız ve su yuttukça daha bir hırsla kulaç atarız. gidip gelmek ve tutunmak bir dalın dikenli uçlarına, kanayan parmakların hislerinde yaşadığımızı anlarız.

Tüm bizi öldüren şeylere inat yaşamak,
boyun bağlı köleler diyarında kaldırım taşlarının ardında kumsalların var olabileceğine inanırız ve şehri hep uzaklardan izleyip, ait olacak bir limandan vazgeçip, tutsak hayatların özgür düşleri olmak yanılgısında yüzeriz.
ve bir duruşla dünyayı değiştireceğini ümit edip, aksayan kaderle geçilen dalgalar yürütür bizi...
insanlar ; şanslı doğanlar,
şanslarını söküp alanlar,
ve şanslarına lanet edenler.
bir çukurun yağmur birikintileri gibi hangi tekerleğin düşeceğini bilmeden çıkan kabarcıklar kadar her şeyleri insanların.
biri geçer tekerleğini patlatır,
belki biri yalnızca su sıçratır,
birçoğu geçip gider
ama biri mutlaka düşer.

düşmeyen, düşse de kalkıp devam eden ve yol aldıkça keyiflenen, keyiflendikçe etrafını keyiflendiren, tüm bunları yaparken sevdiklerinin mutluluklarından ve sıhatinden emin olanlardan olmak. ne güzel olur değil mi!

hancı

biraz daha kahlua?
atıma da su.

yolcu

bu senin hayatın buyur.
ve sür atını karanlık yollara.

o derin karanlıkların arasında gizli güzellikler ancak senin bakışlarınla aydınlanıp ortaya çıkarlar unutma.

hadi eyvallah.