24 Şubat 2009 Salı

Kar...

Beyaz diye tarif edeceğimiz ne kadar şey var şu yaşadığımız dünyada, örneğin pamuk deyince yahut bulut deyince akla gelen ilk kelime çoğunlukla beyazdır. en yalın ifade ile böyledir çocukluktan kodlanmıştır zihnimizin kıvrımlarına.
Bir başka beyaz rengi ile özdeşleşmiş şey ise kardır. İlkokulda okumayı çözmüş olmanın ukalalığı ile elimize geçen her şeyi okumaya başladığımız yıllardan hatırlıyorum, kar resminin altında yazılı olan yazıları okuyuncaya dek hayal gücümde o yazılanları canlandırıyordum. benim için hep okul yollunun üstünde alacakaranlıkta ay ışığının altında parlayan o alabildiğine beyaz renktir kar. yalnızlığı, varlığı, kendini sorgulatır. bastığında çıkarttığı ses ile konuşmak için daha sert bastıkça cevap olarak ıslak paçalara neden olan çoğunlukla üşüten eriyince suya dönmesi ile içinde yağmuruda barındırandır kar.
yağmur dişi ise kar erkektir.
yağmur ılıksa kar dışı soğuk ama içi sıcaktır. uçlarda yaşamaktır kar. bir parça sonsuzu bilerek hareket biraz deliliktir kar. yağmur yere düşerkende özünü belli eder damla olarak kalır süzülür, kar insan gibidir biraz daha bizi yansıtandır. kar önce yağmur damlası iken yere düşene kadar o kristal taneciğe bürünmüştür, o an yaşar o an olur düştüğü yerin akıbetine göre de son bulur. yalnız kalırsa hemen kaybolur erir gider kar. varolabilmek için hep diğer taneciklerede ihtiyacı vardır.
kar bir tane olarak algılanmaktan çok hep yığın halinde bir arada anılandır.
kar avucumuzda birleştirip top haline getirince sadece bir oyun aracı değil bir vücut bulandır bu yüzdendir ki çocuklar kar yağışını oyuna çevirirken ondan bir adam yapma ihtiyacını güderler. kar insana en yakın yağıştır.
o okul kitabımın resimlerinde hayal dünyama sızan bir oyuncu iken, kar zamanla çocuk gözlükleri dışında bakınca başka anlamlar ifade etmeye başlayacaktır.

yağdığı yerin özelliğini alır kar, deniz kenarında yağarken romantizmi salarken bünyeye, karasal kesimlerde bir fotoğrafçı için manzara dışında orda yaşayan insanlar için zorluktur kar, ellerde kürekler gürülmesi gereken, yol açılması için kuvvetle küreklere girişilendir kar.

fakirliğin sembolüdür yalınlığın olduğu kadar. o yüzdendir ki çoğu kez kömür isleri üzerine çöküp ilk kirlenende odur. insanlığın içi gibi gizliden kirlenir ama tek farkı bunu rahatlıkla göstermesidir.
şairin dediği gibi bütün renkler aynı hızla kirleniyordu birinciliği beyaza verdiler...
kar beyazın diğer adı beyaz karın yalnızca gözüken sıfatıdır.
dokunup tanışınca bir dost olduğu kadar tehlikeli bir arkadaştırda kar. üzerine atlayıp omzuna yaslanmak isterken sizi derinden ısıtırken derinizi soğutandır kar. vişne tadında şuruplarınızı içmek için dilinizi kocaman açtıranda olur kimi zaman.
hep çocukluğa bir dönüştür kar. tatildir büyükşehirlerde kimi zaman havada görünmesi yeter. yere düşmesine gerek kalmaz.

lehenlerle kaydıranda kardır. en tehçizatlı aletlerle gösteriş yaptıranda kar. kar zorluktur ulaşımın olmadığı yerlerde bazen.
kar yalnızca bir yağış türü değildir bize en çok benzeyendir kar. zengin için çoğu kez şımarık bir oyunken, bir dünya paraya keyfi sürülmeye çalışan beş yıldızlı otellerde konaklatan, çoğu kez fakirler için ayrı bir derttir, ısınmayı muhtaçlıkla yaptırtan.

yağması ayrı bir durum iken seyretmesi sırasıyla çatıların dalların ve en son yolların ona bürünmesini izlemek tarifsizken erirken ayrı bir sorundur kar. tüm pislikleri örtendir kar taki çekip gitmeye karar verdiğinde her şeyi ortaya çıkaranda kardır. büyükşehirlerin o griliğini o halı altına süpürülen pislik gibi ortaya koyandır giderayak kar.

ama her şeye rağmen en çok çocuktur kar, pamuk şekeri gibidir, tatil gibi sıcacık yatakta tatlı hayaller kurdurtandır penceri kapladığında her biri diğerinden bir parmak izi gibi farklı kristalden taneleri ve bir araya geldiklerinde bir anlam ifade edendir, aynı güçlü bir topluluk gibi kararlıdır kar.

sevgilinin o yumuşacık yanağı gibidir kar, dokunurken ellerinizi üşüten, yaklaştıkça içinizi eriten. ve en çok tenini tarif ederken kullandığınız sihirli kelimedir, kar beyazdır beyaz en güzel karı tanımlar.

ve ;

Kar bütün şehirleri aynı boyuyor
Ve arada ki ayrımı kaldırıyor
Erirken yollarda ki çamurlar
Herkesin pantolonuna biraz bulaşarak.

İnce uzun taşlardan bir yol,
Ortasında iki insan iki eş adımda yürüyen.
Hemen yanında eski yaprakları dökülmüş ağaç,
Dallarında kar taneleri
Çocukların salıncaklarında usul usul sallanan.

10 Şubat 2009 Salı

Yağmur...


her $ehire, her evin üstüne ayrı yağan ama en çok İstanbul'un o büyülü sokaklarıyla ilginç danslar etmeyi seven doğa olayı.

İstiklal caddesinin o yoğun kalabağında nefes alı$lardır kimi zaman, karaköyden inerken bir kitap sayfasındaki betimlemedir bazen. galata köprüsü üzerinde bulunan kovalarda balıkların $arkılarıdır. aksarayda trafikte saatlerce kalakalmaktır. kalabalık otobüslerin içinde cama kafayı dayayıp tek tek damlalarını saymaktır. okula giderken çatıya vuran gürültüdür her seferinde uykuyu hatırlatan. çalı$ıyorsak kimi zaman ofisin camının önünde kahve molasına e$ olandır.

yahut seyyar satıcıların sokak arabalarını sığınmak için bir kuytu aramasına neden olan hınzırdır, bazen evlere dolmasıyla belediyeciliğin turnusol kağıdıdır. her seferinde aynı rengi veren. unutturan, sonra bir daha...

çocuklukta dilini çıkartıp damlaları yakalamaya çalı$maktır. oyundur. ellerini yukarıya kaldırıp saçma sapan $arkıları bağıra çağıra söyleyip hayal dünyasına hızlı bir geçi$ yapmaktır.

anıların üzerinde ki tozları alıp götüren, mazgalları her zaman tıkalı bir şehirde her $eyi göz önünde tutandır.

sevgilinin yüzüne düştüğünde bir mutluluktur, kimi zaman gözya$larını sakladığın bir dost omzudur. gökyüzünde süzülürken ayrı, ta$ sokaklarda dökülürken ayrı sarho$ eden bir içkidir yağmur.

her $ehrin üstüne usulca yahut deli gibi yağar yağmur, bazen zamanlı, bazen aniden bastırır, bazen yalnızca bir yüzünü gösterip gelip geçerken bazen yatılıya gelmiş misafir gibidir yağmur.

Bazen şarkılara konuk olur, bazen sözlerin ya da müziğin ta kendisi...

yağdığı her $ehrin her toprağın kokusunu deği$tirir, kendine has duyusunu ta$ların arasına sıkı$tırır.

ama yıkadığı $ehir istanbulsa her $eyden biraz daha farklıdır. en çok istanbuldur.

5 Şubat 2009 Perşembe

remember, remember the fifth of november

Bir film.
Soğuk karanlık sokaklar. Gelecekten bir gün veriliyor işaret olarak bir sonra ki gelecek yıldan bir güne. Karışık kafalar, soru işaretleri ile dolu usların aydınlanması için bir güneş bekleniyor. Sokaklar her zamankinden daha karanlık. Taşların altında kumsallardan daha fazlası gizli iken, o taşların ardını görebilecek cesaret kimsede yok.
Bir adam tek elde toplanmış idarenin hüküm sürdüğü ve her şeyi insanların iyiliği için(!) olduğunu savunan bir adam. Bir yönetici, modern zaman kralı, tüm kitle iletişim araçlarının sahibi, gölgesini bile yönetiyor.
Bir kadın karanlık taş sokaklarda süzülen pencere önü çiçeğinden biraz daha fazlası, sadece görsel olarak kalıcı ve karıştırıcı değil, geçmişi ile çocukluğundan o güne kadar taşıdığı anılarının esiri, bir sonra ki adımı atacak cesareti içinde derin bir yerlere saklamış, kendini yatağının altına kapatmış, ayağa kalkmak için bir el bekleyen küçük bir kız çocuğu. Başkalarının savaşında kendini iki cephenin tam ortasında bulmuş.
Ve bir yüz. Kısaca ''V''. Tanımlanamaz, bir yer ait olamaz, tek istediği taşların ardını gösterebilmek. Ama bunun için taşları yerinden oynatması gerektiğini biliyor. ve bir planı var.
Senfonik bir müzik eşliğinden taş binaların sembolik değerlerini havaya uçururken gülümseyen bir yüz o. Günü gelene kadar bekleyecek biri. Her zaman kırmızı bir gülle savaşan, ironik savaşcı.
Alan Moore'un yazdigi cizgi roman serisini, Wachowski kardeşler ekrana taşıyor, Hugo Weaving ve Natalie Portman oynuyor. Konu İngilterede geçiyor. Hani şu büyük britanyada, güneşlerin batmadığı imparatorlukta(!)
aslında bir konu var deyip izlenir, izledikten sonra aynı konuların aynı yerde olduğu görülecektir. Düşsellikten biraz daha fazlasını gösteren ama asla gül bahçeleri vadetmeyen bir görsel. tamam belki birazcık da görser!

Aa bu arada, kırmızı gül ne alaka diyorsanız? bakın film işte onu anlatıyor. Taşların ardında kırmız güller var, iyi bakın...

3 Şubat 2009 Salı

Çingene Yüreğim

Nasıl başlarsa öyle biter...

Eskilerden bir ses duyulur böyle tanımsız tarifsiz muhtemelen müzikle gelir önce, durur kulağınızın yanında, izin ister gibi dikilir, içeri girmek için amirinden izin isteyen bir memur edasında. Siz ise onun bu şaşkın haline tuhaf bir bakış atarak ve varlığından sanki hep haberdarmış gibi davranmayarak, içeri kabul edersiniz.
Sonra o müzik bazı görüntüleri de size hatırlatır böyle mavi tonlarda ve çok sevdiğiniz bir filmden fırlamış gibi. Bir şey arayan gözler, yukarıya bakan eller, olmazsa olmaz keman titreği sesleri...Kırmızılı kıvrak danslar, sigara, rakı, keman, davullar, karnaval, tüm günahlar... ve arada kalmış özgürlüğü, o masumiyetin parmağına bağlı kuş.

Bu bahsettiğim bir klip, Nezih Ünen'in karnaval albümünden çingene yüreğim şarkısını anlatan. Görünürde böyle evet, ama klibi defalarca izleyip şuna karar verdim, bu bir rüyanın bizim gözümüzden kayıt altına alınmış halinden başka bir şey değil. Nasıl mı?

Şöyle; Gecenin en karanlık zamanı gün doğmadan az önce ki zamandır, o da maviye çalmaya başlayan bir renkle tanımlanır işte bu klipte böyle başlıyor ve daha doğrusu o vakitte uykuya dalan gözler bu sefer bu alemde takılıp kalıyor. Nezih Ünen'in etkileyici sesinden sözler akmaya başlıyor. Kendini izlettiriyor, arattırıyor, meraklandırıyor ama hepsinin ötesinde takılı bırakıyor ta ki uyanana kadar, sonra döngü devam ediyor...
ve nasıl başlarsa öyle bitiyor tıpkı gerçekmiş hayallerin olduğu gibi...
Burdan karnaval dışında diğer diğer işlerini de takip eden biri olarak kendisine son olarak şunu sormak gerek. Arıza mısın oğlum sen? Cevabı onda kalsın ama şunu ekleyerek bitirelim, keşke bu düzlemde herkes onun gibi arıza olabilse.

gün batarken bulutlar
bir anda renklenir
bir sızı yükselir içimde
ve yalnızlık gelir
dost gibi dost yoktur yanımda
aşk gibi aşk çok uzaklarda
tek tesellim çingene yüreğim
çingene yüreğim yana yana oynayan alev gibi yanarken
çingene yüreğim yanar oynar
çingene yüreğim
bir o yana bir bu yana delice koşarken
çingene yüreğim çalar oynar

ay
doğarken ışıklar her yana serpilir
sokaklar boşalir aniden ve yalnizlik gelir
dost gibi dost yoktur yanımda
aşk gibi aşk çok uzaklarda
tek tesellim çingene yüreğim.

90 ların sesine kıyısından köşesinden bir şekilde tanıklık edenleri etkilemeden geçip gidebileceği düşünülemeyen, az ve öz, özgün bir dinleti ve görsellik.