27 Ağustos 2011 Cumartesi

tuhaf


tuhaf,

büyüdükçe beylik laflardan uzaklaşma telaşındayım.

çok şey gördüm belki ama her şeyi değil o yüzden suskunluk bazen milyon tane kelimeden daha etkili olabilirmiş idrak edebiliyorum.

karanlığı bol, nefes alanı az odamda kelimelerin muhasebesini yapacak kadar büyümedim henüz ama bir babanın yaşamını düşündüm çoğu kez. çocuklarına adanmış onca yıl. bir birey olmaktan uzaklaştığın ve tüzel kişilik kazandırdığın ailenin temsili ne de zor bir şey olmalı...

çocukluğumu babannemle birlikte kaybettiğim bir yaş geçirdim, vatan denilen toprakları elde bir ak 47 ile savunmayı, klavye delikanlı genç bünyeleri ve ergenlikten kurtulamamış, kameralarla yaşayan bir çok insan tanıdım...
gitmenin geri dönülecek bir şey olmadığını, dönsek bile döndüğümüz şeyin pek gittiğimiz zamanla aynı olmadığını...

hayallerin bir ömür kurulabileceğini ama onları gerçekleştirmek için aslında o kadar da vaktimiz olmadığını öğrendim...

gerçek dostların olduğunu ama en gerçek dostun yine kelimeler olduğunu kelimelerin de hep içinde bir yerlerde saklandığını öğrendim...

dilekçe yazarken bile bize en yakınların aslında ne kadar uzaklarda yaşadığını öğrendim...

hayatın tuhaf
tuhaflığın da hayatın ta kendisi olduğunu...

bir şeylere eskisi gibi şaşırmadığımı gördüm ve tepkilerin bir soluktan, bir nefesten sonra
şaşırılacak pek fazla şeyin de olmadığını görünce verilmesi gerekliliğini...

bunun büyümek olduğunu...

black books'u,
ilk kez tam anlamıyla başkaları için de yabancı olunabileceğini...
kışın yazdan farklı olduğunu
baharların ne kadar güzel olduğunu diğer mevsimlerden
lolipop gibi bir şişe şarabın varlığını
ve o deri montu
ve uzun saçların nasıl da kısaldığını...

yaşamanın, müzik olmadan berbat bir sessiz film olduğunu ve ellerin cebinde yürümenin sokaklarda ne kadar gerçek olduğunu...

sayfalar dolusu öpüşmenin
bir dudağı öpmekten farkını

sabaha karşı istanbulu
ve ankarada yalnızlığı
ve sevillanın sıcaklığını
ve romanın sanatını
ve portonun rüzgarını
ve barselonın gecesini
ve ibizanın gündüzünü

hepsinin farklı ve bir o kadar da aynı olduğunu...

misal;

Dolu bir yağmur bulutu gibi gözlerim

İçim, yani ruhum öylesine şişmiş vaziyette ki

Kendimi taşıyamıyorum.

hiçlik ülkesinden geliyorum


ne yerim var
ne de yurdum,

sonsuz bir nefes alsam boğulacağım sanırım.

Tanımlayamıyorum

Ben kimim

Neyim

Burada ne yapıyorum.


parmaklarımla yangın çıkarırım


yüreğimle şarkı söylerim sana


kalbim atıyor öylesine

ölesiye bir koşturmaca bu.

biliyorum o güzellik karşımda duruyor

yüreğimle sevmeye alışık bedenim

bir solucan deliğinde ilerliyor.



susmak için doğmuşum ben


ne yerim var


ne de yurdum


ne de evim var benim

karanlıklara gömülen bir yabancıyım

kendime

çevreme

kim nasıl anlatırsa beni

öyle biliniyorum

ben kendimi tanımıyorken

onların tanımasını da beklemiyorum.

bilinmeden

tanınmadan

söylenmeden

bir kuşun konuşmasını dinliyorum.

ve;

şuan yağmur yağan bir ülkeyi hayal ediyorum

saçları ıslanmış bir kadını

parmak uçları üşüyen bir adamın sigarayla ısınmaya çalışmasını,

bir gemicinin son uykusunu

pupa yelken bir geminin kaptanını.

İşçilerin paslı kemiklerini

Isıtan bir güneşin olduğu bir ülkeyi hayal ediyorum,

Üzerinde güneş batmasa da

Oksitlenen öykülerin o düşü kuranların üzerine yıkılmadığı,

Şuan yağmur yağan bir ülkeyi hayal ediyorum.


Bir kız saçları ıslanmış

Mavi gözlerini daha az belirginleştiren siyah rimellerin

Bir aşkı boyadığını.

Bir erkek

Cebinde son paketiyle

Yanmayan bir çakmağın kölesi bir erkek

Ve dolmabahçeden beşiktaşa yürür adımları

Kırk saniyede.

Yirmi yedi yaşında bir adam

Umutsuz

Fakat

Farkında

En son seviştiği kızı düşününce yüzü hala kızaran

Fakat inatla gülümseyen

Hayatın getirdiklerini siyah bir poşetle saklayan

Götürdüklerini ise sakız gibi damağına yapıştıran o kişinin

mısralarda yaşadığını öğrendim.

tuhaf bir yazının

sevilmeyecek

fakat hep özlenecek bir şey olduğunu...

buraya kadar okuma zahmetini gösterenler için sevdiğim senarist dostum burak aksak'ın bir sözünü paylaşmak istiyorum;

"bir gece gökyüzüne baktım ve dedim ki; "o koyun var ya, çiçeği yedi be hacı.
afiyet olsun.

death cab for cutie

http://fizy.com/#s/1fusfr

1 yorum:

  1. en güzel, en anlatan, en anlaşılır yazın; tuhaf. tuhaf ki ne tuhaf hayat.

    YanıtlaSil