20 Ocak 2010 Çarşamba

kukla

Heyecan verici fakat umut değil... İnkarla yürüyordu lanet yağdırdığı yollarının üzerinde. ayağından vurulmuştu önce, sonra omzundan.
Hiç bir şey hissetmiyordu, sadece yürüyordu. İstemsizliğin nemenem bir şey olduğunu idrak ediyor fakat bunu önemsemiyordu.
İplere dolanıyordu, işte bunu çok iyi biliyordu. Gittikçe yorgunlaşan dizlerini kırmakta zorlanıyor adımları aksıyordu.
Savaştı bu.

Her şey olabilirdi. Buraya kadar gelmiş olması bile önemliydi ama tüm bu kifayeli sözler savaş sonrası rahat koltuklarda otururken yazılanlardandı. Hemen tanıdı kulağına çalınan süslü sözleri. Yağmurun ıslatmadığı, kuru ayazın dudaklarını kavurmadığı bir dünya yoktu, eğer bu akan yaşları yanağından süzülürken içi gıdıklanıyorsa hala yaşıyor demekti hem de o hiç beğenmediği ve tiksindiği gerçek dünyada.

Toprağın çamurdan balçık kıvamına dönmesinin ardından kendini birazdan düşeceği yerde filizlenecek bir tohum olarak gördü. Bu onu sevindirmedi, aksine artık dahada korkuyordu. Düşündü ve ağladı. Korku bütün vücuduna yayıldıkça acısı azalıyordu ama kendini korkuya teslim etmememesi gerektiğini de çok iyi biliyordu. Parmakları uyuşmuştu.

Bir kafesin içindeydi ona söylenilen hayatları biliyor, merak ettiklerini yalnızca hayalinde yaşıyordu. Ayakkabıları biraz daha parçalandı. Tabanları tam uçtan ayrıldı. Artık kahverengiydi yolları ve nereye bassa izi kalırdı...

Saatine baktı, gün yeni teslim olmuştu geceye. Elleri hala yukarıdaydı ve beyaz sallanıyordu bayrakları.

Hep böyle serin mi olur akşamüstleri ve tutunamaz kuşlar lodosta bir dala. Boğazdan geçen gemiler hep aynı mıdır ya da bu bir bir yanan ışıklar hep aynı hayata kapar perdelerini.

Kimler sevişir ve kimler düşlerine düşer. Kimleri kabul eder yalnızlık ve kimleri yoksayar sokaklar.

Hayatın uçlarından bağlanmış bir kukla ve sen ta kendisisin hayatın. Hayat sensin ve çekiştirildiği kadar özgürce hareket edersin. Bir yanın kalk gidelim öbürü dur oturalım hali... ah keşke burada olsaydın...

bir kuyudan aşağıya baktım, derin.
suyundan tattım, soğuk.
seslendim sesim boğuk.
uzandım dala, dal eğik.

karışık sesler arasından ayırt ettim sesini ve dinledim saatlerce, adım söylenir diye bekledim ve korktum adımın seslenilmesinden.

bir korkaktı artık ayakları yorgun, omuzları çökük.
yaralarından kam damlıyordu ama biliyordu ki bu onu öldürmeyecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder