doku |
Yalnız kaldıkça artıyordu artık zaman kaosları. Dönüşüyor, dünyanın yavaşlayan dönüş hızları. Yoklukların tümüne yüklenen en güzel anlamlardan da güzelsin. Ne diye özlersin seni içten içe korkutan akşamları.
Yaş almanın yüklediği sorumluluğa inat, bireysel isyanlara. Getirdiği korkulara karşı, çocuklukta inat etmenin büyük ikilemi. Tanımlanan ben. Tanımladığım ben de sen.
Varlığın, içlik ile birlikte çekildiği fotoğraf, asılmaya çekindiği duvar.
Ekim, bir şehrin matematik formülleri ile kara tahtaya serilmesi gibi. Ve denklemlerin anlattığına -o'na-aşık bir deha gibi izlemesi.
Bir kahvaltı sabahının tadı ve de tuzu. Demli bir çayda, limon yaprakları.
Ekim gizlenmiş bir eylüldür. Ve atların aksak nal sesleri gibidir, çevrenizde katlanmak durumunda kaldığınız insanların boş sohbetlerinin ahengi.
Anların toplamı kadar ısınıyor ellerde müzik ve alabildiğine kaçınan kulakların. Samur bir fırçanın boyadığı tabloda yansıyor Leanorda da Vinci'nin yüzü her defasında.
Bengi döngülerde Nietzsche, bazen ağırca piposunun tütününde Freud. Ne fark eder ki bul, buluş, yarat, anlat. Herkesin bir tanrısı var. Tanrının herkesi. Ağır manaların, dokunuşlarında bir uzay, sonsuz sayıların gizeminde atom altı parçacıkları, edebi bir dil ile yazılmış şiirdir parçacık fiziği.
Tribün dışında gol sevinçleri. Şehrin en yüksek binasından uçuşan saçlardır martı sesleri.
Bir kitap yazılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder