7 Mart 2014 Cuma

kurgu

Bir diyardı çalıların kapladığı vadiler,
Tepeler sardığında etrafını, teslim olmak istedi.
Özgürlüğü sevdi,
Ödedi ne pahasına bir bir bedellerini.

Hareketti aldığı yola sebep,
Bayındır mevsimler döndü yüzünü,
Cevheri muğlak ve yeteneği yok idi yaşamak üzerine, bildi.

Sinmiş ise adındır, kulaklarımda çınlayan bu toprak
Ne bahar açar çiçeklerini kuru dal,
ne de son dökülen yaprak.

Sancıların kramplarla yokladığında kof vücudunu,
Odanda sıcaktın, sıcak tutuyordu yalanların ve kağıtların.
Perdelerini açmadığında, güvenliydi.
Ne var ki
halkın üşüyordu,
dışarıda bahar vakti
Tel örgülü çiçekler topluyordu eller,
kesiklerle tohumladı tekrar ve tekrar.

O eller kılıç da tuttu, bir sokak köpeğini de sevdi,
mısralar yazıldı rüzgarla,
yollar tutuldu,
kış gelmişti sonunda.
Sönük ışıklarıyla bir lamba,
sokakta uyukluyordu.

Bir tek sen misin karanlığa yürüyen vire,
bu taşlar peki
bu taştan şişeler?
Devrik birer cümle gibi
kimin ahlaksız söylemlerinde durur,
gurur,
dahil yitiyordu peşi sıra.

İstanbul yıkanıyor mu kirpikleriyle beraber bu vakit,
vapurlar yanaşıyor işte limanına,
biri koşuyor,
diğeri acı biber renginde montuna rağmen, ıslanıyordu.
Kazağının içine gazete iliştiriliyor, ısınıyordu.
Asılıyordu yalnızlıklar tunç gibi kablolarla,
olmayan mermilerle vuruluyorduk her defasında,
hayret ediyordu bizi izleyen sesler ardımızda.

Uyuyordu bir çocuk onbeş yaşında
kirliydi yorganı, korkuyordu annesi,
ağır tutsak kalbi gibi korkak.
Tedirginlik sızım sızım yerinden oynatırdı bu dal bu toprak
bir tahtırevanda oturuyordu kral,
yükseklerde alçalarak.

Şarkı söylüyor bir kadın,
bembeyaz etiyle söylüyor,
sarkıyor gövdesi bir cam buhusu gibi şen şakrak,
bilinsin hüzün işler sese mutlak.

Kayıkların yüzü yanaşık dizilerde,
birbirine eş,
aydınlık gelir mi
yıkılası bu lanet düzen leş.

Yakaları sarı,
zannetmiyorum ki ocağı tüter evi,
eski saçlarıyla geçiyor daracık geçitten,
parmakları seviyor duvarları.

Çok yaşamışlığı yok belki de,
yinede
kurduğu düşler kadar büyüdü çocuk,
sallandı ağaçlar arasından
badem topladı ninesiyle.
Parasını yırttı dedesinin
eskitti ayakkabısını.
Büyük geldi pantolonu,
ve değiştirdi sürekli okulunu,
üzgün gözleri de gezginliği de hep bu dertten,
büyüdüğü kederden,
iki paketi vardı biri düştü cebinden,
pasaport alacağı vakit geldiğinde
ürktü trenden.

Köylerden geçip şehirlerde yaşadı,
ümit etti şehirlerde, geçtiği köyleri yekten.

Zaman geçti,
yürüdü sular,
taşlar eskidi,
parçalandı kalbi,
büyüdü düşlediği kadar,
öykündü arada sırada
büyük düşleri olanlara,
arşa değmedi onun belki başı
ama gitti gidebildiği yere kadar.


https://www.youtube.com/watch?v=mCzSy-laqXo

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder