11 Kasım 2013 Pazartesi

tutsak

gecekırmızısı
Hızlıca çıkmak için bulunduğu yerden, telefonunun çalmasına ihtiyacı yoktu. Yine de bir işaret aranıyor gibiydi. Ceplerini son kez kontrol etti. Bir şeyi ardında bırakmaktan hep korkmuştu. Kalmadığını bilmesine rağmen bir kez daha...

Kapıyı açtı, ışıkları kapattı, karanlık odaya baktı. Farklı bir şey görmeyi beklemekten hiç vazgeçmedi. Aynıydı.

Hava serinden biraz daha soğuk, ayazdan biraz daha ılıktı. Yine de yakalarını kaldırdı. Adımını attığı yolda ona çarpmaktan teğet geçen arabanın camında kendi yansımasını gördü. Karşıya geçti, kalabalıktı. Kalabalıktan hiç hoşlanmamıştı. Hayalleri ona önce bir sigara yaktırdı. Sonra hemen söndürdü. Neden sonra aldığı yol çok olmuşcasına, durakladı. Her zaman hızlı yürürdü. Gölge gibi kelimeler zihninden geçerken ne güzel bir karanlık var bu akşam diye düşündü.

Dev bir binanın önüne geldiğinde onu iki kişilik uyduruk şekilde yapılmış bir bank karşıladı. Bank beyazdı. Gece ise hala karanlık. Kendini bıraktı. Çarpraz şekilde astığı çantasını önüne aldı, ellerini bağladı. Üşümeye başlamıştı. Bundan da hiç hoşlanmamıştı. Bankla konuşmaya başlayana kadar da bu hoşnutsuzluğu devam edecekti. Kendine karşı hep ağır bir yüz barındırırdı. Oysa gülümsemenin ne kadar yakıştığını biliyordu.
Başını gökyüzüne kaldırdı, her şey yerli yerinde mi diye kontrol eder bir havası vardı. Bank tam bu sırada konuşmaya başlamış olmalıydı.

-"Gün geçtikçe büyüyen bir girdabın icine giriyorum. Ne istiyorum. Özgürlük mu? Acı mı? Mutluluk!? Sahi böyle Bi sey var mı?"

Cevap bekler bir hali yoktu, cevap verecek bir muhatabı da. Ama bir karşılık hep verirdi kendisine söylenen her cümleye bazen içinden bazen dudaklarından döküldüğü de olurdu.

-Beklentiler,
Beklentiler... dedi.

Beyaz bank devam etti. Cevap onu vazgeçirmemişti. Aksine daha da hiddetli bir şekilde duyuldu sesi,

Parçalanmış düşünceler
Her seyi berbat etmeye o kadar yakınım ki
Sınırlarda dolaşmaktan incinen parmak uçlarım
Kaç zamandır değişmeyenler
Dar gelen kalıplar
Olmak istenmeyen yerler
Harcanan emekler
Beklenmeyen karşılıklar
Yorgunluktan sıkılmak mı bu sıkılmaktan mı yorulmak
Uyuyamadigin çığlık çığlığa bir hayatın
Uyku arasında yaşaması
Tutsak, yaralı...
Oysa hiç tatmadigim özgürlüğü
Arada tanıdığım bir kaç ben
Bilemedim nedir eş su yalnızlığıma
Ve nasıl
Son bulur
Nasıl tanrım? susması için soru sorması gerektiğini bilir bir şekilde yavaşlamadan, tam da başladığı gibi gömüldü sessizliğe.

Tamam sus artık dedi, soru sormayı bırak. Buradasın. Bu koca binanın tam önünde ve önünden geçen onca insana rağmen yalnızlık, bunu biliyorum ve daha bir sürü şeyi. Sen olmanın nasıl bir şey olduğunu bilemem yalnızca.

Sen de ben olmanın ne demek olduğunu bilemezsin, o herkimse o da bilemez. O yoldan geçenler, onlar da. Kimileri bunu hiç düşünmez. Bilmeden düşünmez. Düşünmenin ne menem bir bela olduğunu hiç bulaşmadan düşünmez. Sen napıyorsun peki, sadece düşünüyorsun. Tabi yapabileceğin bir şey olmaması da buna etken. Benim de öyle bak, şuan sıcacık evime gidebilirim. Kravatımı hemen çıkartıp, elimi yıkabilirim. Biraz ısındıktan sonra hemen mutfaktan bir tabak alıp, sıcak bir şeyler yiyebilirim. Çöken ağırlıkla birlikte rahat koltuğuma uzanıp uyuyabilirim-tanrım ne kadar güzel bir şey olmalı- ailem olur belki o sıra sesleri duyulur, onlara gülümserim. Her bir sese gülümseyebilirim ben, evet.

Sonra sabah olur. Hep sabah oluyor. Biliyorsun değil mi? Her şey değişiyor.                                                 Şimdi yanındayım. Biraz sonra buradan kalkacağım ama sana anlattıklarımı yapmak için değil, sen bu kocaman binanın hemen önünde, gittikçe azalacak kalabalığın ortasında bu söylediklerimi düşüneceksin.
Sonra etrafında birileri dolacak, birilerin yanında birileri olacak, belki iki suçlu az önce işledikleri suçunu itiraf edecekler, buna katlanabilir misin? sonra diğerine bilmiş bilmiş telkinlerde bulunan iki kız oturacaklar, uzun boylu güzel bakışlı çocuğu çekiştirecekler. tam burada. bir sürü tutmayacak planlar yapılacak. İki adam belki de senin hemen yanında kavgaya tutuşacak, ayıramayacaksın. Bütün bunlar olacak.

-Hep olur. Dinlemek ister misin?
Beni dinlemeni istiyorum biraz, buna katlanabilir misin?

-Hayır. Sanırım seni dinlemek istemiyorum. Çünkü anlatacaklarını biliyorum. Çünkü ben buraya geldiğim vakit Sen susuyordun. Susmak özgürlükmüş, güçlülükmüş. Biri söylemişti bir gece bana, ah ah!
Neyse, Sen konuşmaya başladığın zaman ise ben sustum. Senin anlattıklarını düşünebilir, hayal etmeye çalışabilirdim. Bunu yapmadım. Çünkü ben beyaz, mızmız bir bank tarafından esir alınmış olamazdım.
Beni zaten esir alan bir dünya vardı. Ben tutsak bir hayatın hükümlüsüyüm. Sen bir tutsağı tekrar nasıl esir alabilirsin ki. Senin tutsağın olabileceğimi de nerden çıkardın.

-Sana anlattıklarımı dinlediğine eminim. Öyle olmasaydı bana bunları söylemezdin. Beni dinlemeseydin. Şu akşam şu serinlikte kimi dinliyor olacaktın? O yüzden sana bir teklifim olacak, esir olayını abarttığını düşünüyorum ama eğer istersen seni özgür bırakacak şeyi biliyorum, bunu sana söyleyebilirim, karşılığında tek istediğim beni dinlemen.

-Hahaha, beni güldürmeye başladın işte şimdi, benim tutsaklığımı özgürlüğe dönüştürebileceğini söyleyen beyaz bir bankın mızmızlanmalarını dinlemem gerekiyor. Yapacak başka daha iyi bir şeyim yokmuş gibi. Hem bunun bir oyun olduğunu anlayamadığımı sandın. Beni aptal yerine koyma dostum. İkimizde biliyoruz ki sen beni kandıramazsın. Boş vaatlerle seni dinlememi sağlayarak bir ton gevezeliğine ortak olmamı sağlayacaksın, sonra anlatacakların tükenince amacına ulaşmış olacaksın.

Yoo bunu yapmana izin veremem. Beni bu kadar saf sanmanın sebebini merak ettim doğrusu, ayrıca kaç kişiyi kandırdın böyle, gerçekten insanlar bu kadar aptallar mı!?

-Ben senden bir şey istemedim ki ne yapıyorsan onu yap, sadece burada yap çünkü anlatacaklarımın ilgilini çekeceğini biliyorum. Ayrıca seni aptal yerine koyduğumu nereden çıkarıyorsun. Bir insan yamacıma gelip tam üstüme kendini bırakıyor ve ben onunla konuşmaya karar veriyorum. Az önce bana saydığın herkesten daha fazlasını ben tanıdım. Çok daha fazlasını, tahmin bile edemezsin neleri duyduğumu, nelere sırdaşlık ettiğimi. Ama sen buraya geldiğin de diğerleri gibi değildin. Susmak için değil konuşmak için yalnızdın. Gökyüzüne nasıl baktığını görmediğimi mi sanıyorsun. O kalabalığın arasında gözleri aramadığını mı?

-İşte şimdi beni kızdırıyorsun dostum, demek beni takip ettin. Buraya oturacağımı nereden bildin peki onca yer varken?

-Çünkü bunu sen istedin. Burayı tercih ettin. Unuttun mu, tüm tercihler diğerlerini olasılıksız kılar. Sen bunu nereden duyduysan hep tekrar ediyorsun. Yanılıyor muyum? Aslında nereden duyduğunu da biliyorum. O filmi çok seviyorsun dimi? Kaç kere izledin bunu bilmiyorum ama kabına nasıl baktığını çok iyi hatırlıyorum. Kırmızı kabı hep gözümü aldı.

-Neden bahsediyorsun sen!?

-Neden bahsettiğimi biliyorsun!

-Bunu nereden biliyorsun, yeter artık, gidiyorum ben, saçmalıklarını kendine sakla, hem benden neden bahsediyorsun sen. Benimle oyun oynayarak beni ikna edebileceğine hala inanman ise gerçekten takdir edilesi dostum. Tamam sana bir şans vereceğim ama ben de bunun karşılığında sana bir soru soracağım.

- Anlaştık ama soruna doğru cevap verebilir miyim bilmiyorum, seni kandırmıyorum, aksine sana hikaye anlatmak istiyorum bence başka şansın da yok.

-Kes sesini de ne anlatacaksan anlat hadi, gerçekten sıkılmaya başladım ben.

-tamam tamam, işte başlıyorum. 

Denize guneş damlıyordu,
Pırıl pırıldı mavilik
Bembeyaz köpüktu o sırada kalbim
O düştüğünden beri aklıma
Ki oyle ilk görüşlük bir şey degil bahsettigim
Hani su hep bahsedilen türden
ya da zamanla hesaplanabilecek,
Şimşekler çakmamişti etrafta ama
Bulutlar da görünmüyordu
Ve ben anımsıyorum
Bir bir hepsini
Her biri ne guzel ne de guzel şey
Korkutucu derece olmak zorunda mıdır hep güzellik
Ve uzak durmak yakınken
Yakın durmak var boyle uzakken
Ve biliyorduk tüm soruları
Kabullenemeden
Biz boyle degildik
Sendik
Bendik ama biz degildik..
Degildik hiç
Yoktuk kimileri icin
Yoktuk kimileri icin
Var olabilseydik küçük bir italyan şehrinde
1900 lerden kalma opera binasının
Merdivenlerinde bir üst basamakta sen
Bir altında ben
Aynı boya geldiginde dudaklarımız
Sol elim belini sıkıca kavrarken hem de
Ve digeriyle senin o guzel ve karaya vuran dalgalar gibi gözlerine düşen saçlarını tutarken öperdim
Yıldızlar inerdi yeryüzüne ve
gökkırmızısı
Kapıdan çıkar çıkmaz
Turuncuya bürünmüş bir ay karşılardı
Yarısı gizlenmiş
Yarısı..

-Gerçekten bana bir aşk hikayesi mi anlatacaksın?
-Kesme sözümü!! Bitirmeme izin ver!
-Bence kesmeliyim tam burada. Ne bu saçmalık, aynı boya gelecekmiş, elleri belini sımsıkı kavrayacakmış, sen bir kadını nasıl öpebilirsin ki! ben de bu zırvalıkları dinliyorum, az önce mızmızlanıyordun şimdi de zırvalıyorsun dostum. Buna katlanabileceğimi sanmıyorum.

-Bekle de devam edeyim. Anlayacaksın
-Hayır hemen buna bir son ver.
-Peki. Bitiriyorum. Bunu biri geçen sabah havanın bulutlu olduğu erken saatlerde üzerime oturan biri yazdı, o kadar durgun görünüyordu ki, sabahın o saatlerinde burada sadece görevliler ve işlerine yetişmeye çalışan koşuşturan insanlar oluyor. Öyle güzel yazıyordu ki, öyle kendini kaptırmıştı ki, bir anda bıraktı yazdığı kağıdı üzerime ve kalkıp gitti. Bir şeyden kaçıyor gibiydi. Gözden kaybolana kadar ona baktım, merakla da yazdıklarını okudum sonra görmek istersin diye sakladığım yerden çıkarabilirim. Çünkü burada çok sert rüzgar eser eğer saklamamış olsaydım, buradan yazdığı yere kadar uçabilirdi. İşte dostum tutsaklıktan bahsediyorsun. Asıl tutsak olan biz değiliz, yazdıklarını, düşlediklerini içinde tutanlar asıl tutsak eden zalimler. esaret elbette ki büyük bir zulümdür. Ancak bu zalimler sanıyorum tutsak ettiğimiz her şeyle bizleriz. Ben o an daha onu bu esaretten kurtarmaya karar vermiştim. Şimdi o yazdıklarını sana söyleyerek bu tutsaklığın zincirlerini sonsuza kadar kırdım ve sen bu konuda bana yardım etmiş oldun kardeşim, teşekkür ederim.  

-Ne o şimdi de bilge bir bank mı oldun, mızmızken hiç çekilmezdin, şimdi de bana ders vermeye mi kalkıyorsun?
Gidiyorum ben ama madem bu zaman kadar kaldım, oyunumuzun kurallarına ve sözüme sadık olacağım sana bir soru soracağım.

-Elbette, bekliyorum, cevabım bile hazır!

-Neden bunca yer varken, buraya gelip oturdum?

-Çünkü bir şey arıyordun. Bir sabah hızlıca bir yere yetişmek için kaçar gibi gitmeden hemen önce kaybettiğin bir şeyi. Tek hatırladığın buraya yakın bir yer olduğu idi. 





http://www.youtube.com/watch?v=ZASjl4lKkmQ

7 Ekim 2013 Pazartesi

turuncu ay kırmızı duvar

Aya doğru yolculuk etmemiz gerekiyor, dedi. Kenarına devrildi, önce dizlerini yola dayadı ve baktı. 
Bir duvara sırtını yaslamayalı uzun zaman olmuştu. 
Tepeye esen rüzgarlar yolu ay tozları ile aydınlatıyordu.


   Uzaktan şehir ateş böceklerinin mahşeri gibi görünüyordu,

Ve yollar uzadıkça gölgeler silikleşiyor,

ışıklar gibi
Zamanı eskitiyordu.

Bir gülüş gibi

Hastalıklı zihnimde parıldıyan yüzler arasında
Bir ses aradım
Bana ait sesime gizlenmiş bir ses,
Karanlık daha koyu bir karanlığı fisildıyordu.

Bir şehir

Dalgaların vurduğu sahillere uzak
Ah serin yaz,
sabaha karsı rüzgarları,
Özlemek tam olarak böyle bir şey olmalı.

Savrulan saçlarının değil

Bu kaygıların kokusu
Biraz karamel biraz vanilya
Tadını hiç sevemedim oysa

Bir rüya gibi kalsa her şey

Gerçek denilen o ağir ve demirden
taş körfezi dönünce beliren silüet ,
Ve tam kalbinin üzerine oturan nefes darlığı.

Çıkartılmış kelimeler* ve susarak söylenen binlerce,

kanat çırpar kaldıkça mutlaka içinde.

Tüm eski hikayelerin bir anlatımlık canı kalsa

Ve hikayeler guzel anlatılmak isterler diye düşse bir gün yüzüm aklına
Kaç küfür
Hasretle dolar?
Ve daha ne kadar yankilanır halılarını kaldırdığın odanda!

Şimdi Şehrin ışıkları

Gecenin üçü ya da dördü
Ve uyku tutmayan kelimelerin
Huzursuz sabahları

Bir derin nefes alınacak yollar

Bir iki mola mesafesinde susturulacak nice biçare düşler olacak
Unutma düştügünde kanadı dizin yasin sekiz idi
Yirmi sene geçse de adın değişmedi !


Nicolas Jaar-Winter rose  -- http://www.youtube.com/watch?v=qybnGC_yCRQ

20 Temmuz 2013 Cumartesi

şimdi

çünkü bazen doğru olması gerekenler, yanlışlar içinde yalnızlıktır.



teoman-hiç kimse bilmez
http://www.youtube.com/watch?v=Rhmb1Oc32NE

19 Haziran 2013 Çarşamba

BAKIŞ

31 mayıs 2013,
gecesinde zorla uyuduğum, kötü hislerin çevrelediği ve onurlu kalabalıklar arasında olduğum bir rüyadan zar zor uyandığım bir tarihti. gök kubbeye yayılan koku özgürlük ve sıcacık güneş kokuyordu. Oysa esmeyen rüzgarın getirdiği rüzgar herkesin ciğerlerine bir uyanış üfürüyordu.

son bakışla çıktım evden. sanki bir şey olacaktı. büyük bir şey. en büyüğü. başka bir şeye benzemeyen türden.
bir duvara karşı, yalanlarına karşı, takiyelere karşı, her türlü engele karşı ilerledi nefes gibi gençler.
nefes gibi gençler adım adım aldılar yolları,
yollar sis duman gazdı.
gençlerin ayağında bir çift ayakkabı, kiminin bir gözü yolda kaldı,
kimisi de serdi bedenini yere boş kalan ayakkabıları yadigar.
kenetlendiler birbirlerlerine insanlar,
ağacın toprağa tutunuşu gibi hepsi.
erdallar, erenler, denizler, hepsi güzel kızlardı, hepsi güzel çocuklar.
uyutmadılar sonra günleri,
uyuyamadılar,
aşk gibi tutundular
sevda gibi yandılar
vücutları yandı,
gözleri kızardı,
ciğerleri şişti,
direndiler,
kendilerini buldukları yoldan vazgeçmek olmazdı,
öğrendiklerini tüm dünyaya da öğrettiler,
seçimler demokrasi demek değildi,
demokrasi hey ben de varım demekti.
park park forum forum, tabandan başladı her şey bu defa olması gerektiği gibi.

güzel insanların, güzel akıllarında, tutkulu bir sevda türküsü yayıldı
şehirler tutulmuş olsa da sokak sokak,
kendi insanına anlatacakları vardı,
kırmadan bir kalbi,
bir kaldırım taşının ardından denizler vardı bildiler.
neylesinler
yollar kesilse de kendileri gibi binlerce şehir binlerce genç kalbin içinde çırpındı kelebek gibi titrek bir ateş,
aşıktı bu çocuklar her biri birbirlerine, her biri bir şehrin her zamanına
gençtiler
belki de o kadar hikayeleri yoktu
hikayeler edindiler unutulmamak üzerine.
bir kere yakmışlardı ateşi,
vazgeçmek olmazdı
kendilerine baktıkları aynayı el ele taşıdılar sırtlarında kilometrelerce,
köprüleri, kıtaları geçti bazıları yürüyerek,
bazıları ekmek oldu, su oldu, göz oldu, kulak oldu, tuttular birbirlerinin ellerini,
karanlıklar içinde
çadır çadır açtı günçiçekleri
ve onların söylediği gibi yazıldı tastamam duvarları,
yüzleri güldü,
içleri sızıdı,
anlamadılar bazıları inatla,

bu gerçek aşklarıydı.


http://fizy.com/song/zulfu-livaneli-neylersin/3fxatm

13 Mayıs 2013 Pazartesi

neyse

neler yazılabilir?

ders edindiğimiz bütün tecrübelere bir yeni eklemek bundan önceki tüm tecrübeleri sıfırlayabiliyor. (muş) evet öyle oluyor. bazen... ...çıkıyor karşınıza ve size haddinizi bildiriyor. o övündüğünüz tüm özellikleriniz öylece kalakalıyor. oysa bunu farketmiştiniz* bakışlarınız derinleşiyor ama anlamsızlığı da artıyor aslında o sırada zaman sizin içinize işliyor.
pat pat kendine göre söylenmiş bir cümle nasıl bu kadar ağır olabilir. nasıl oturabilir. nasıl buna sebep olabilinecek bir şey yapmış olabilirsiniz. "neyse" demek ve bunu tekerlemeli bir şarkıya çevirmek de anlamsız artık. anlam aramak gibi. net olan ne varsa takdir edilmeli. buna kızamazsınız. sadece saygı duyarsınız. önünde eğilir hiç unutmayacak ve yer edecek bir izle devam edersiniz. aynı kişi değilsinizdir artık. işte değişim böyle başlar. artık önünü de alamazsınız. yıkılırsınız. bütün dayanaklarınızla birlikte. suya bulanmış buğday çuvalları gibi şişer ve yıkılır setiniz. savunmasızsınız. evrimini tamamlayamamış bir solak gibi hayatın yabancısı olarak kalakalırsınız. her şeyi doğru söylemiş olmanız doğru yaptığınız anlamına gelmez. doğru zamanda gecikmeden söylemek gerekirmiş. önce kendinize.
ilk kez birine bu kadar içten saygı duyarsınız.
kendinize ilk kez buna sebep olduğunuz için bu kadar derin kızarsınız.
ne kadar canınızı yaktığının önemi yok, bu savunmasız yakalanmakta değildir. bu güzel bir şarkı gibi içinize işleyen bir telmaşadır.
kaos hayatın her alanındayken siz durulursunuz. insanlar olanlar bitenler her şey size etrafınızda uçuşmaya başlayan toz zerrecikleri gibiyken siz ışığı değil artık karanlığın boşluğuna bakarsınız. ne güzel!
kendinizi bulmak için kaybolduğunuzun da farkına varmak lazım.
elinizde tuttuğunuzu sandığınız her şey teker teker kaybolurken, sizi siz yapan şeylerin bütünü parçalardan oluştuğunu bir kez daha farklı şekilde anımsarsınız.
bir kapının ardında kalabilirsiniz.
kımıldamadan
dilinizin ucuna gelen kelimelerin çokluğuna şaşarken ağzınızdan hiçbirnin dökülememesine,
hiç bir beklentiniz olmadığı halde,
suratınıza inen bir tokat gibi
ama "siz böyle bir insan değildiniz"
belki de üst üste gelen her şeyin sorumlusu sizsiniz.
işte en büyük korkuyla yüzleştiniz beyim.
-gerçekten teşekkür etmelisiniz- merak değil*
artık her yalnız kaldığınız da her gereksiz(!) düşüncelerinizde bir canavar gibi gizlenecek kelimelere sahipsiniz.
ve bu kelimeler hep dolu dolu güzel kokacak. hücrelerineze kadar işleyecek burnunuzun ucuna hapsolunan o koku. nasıl da içinize çektiniz. bilmeden. ya da hep biliyormuş gibi...
birinin hayatına...  ..neden bu kadar istemsiz... siz diye bir şey olmaması artık. başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü de değil -hiçbir zaman olmadı- başkalarının mutluluklarından neden varlığınızı tanımlar oldunuz.
daha zor bir şey yok. yalnız yürüyeceksin. kalabalıktan biriymiş gibi görünürken. sen farklı olduğunu düşünen hey, siz beyim. aynı diğerleri gibi muamelesine bu kadar içerlemen neyin egosu.
zaten bu lanet gibi karşına çıkan gölge,
yalnız yürüdüğün o geç saatlerin eşliği sana.
bu yüzden işte istesen de yalnız kalamayacaksın.
sevmek lanetinden kaçmaya çalışırken.
lanetin kendinden yansıyan bir karaltı olduğunu fark ettiğin an'da....
belki biraz büyümelisin artık..
çocukluğun öldü.(müştü) -toprağa karıştığı yere gidemiyorsun hala- ki o toprağı sulayacak kadar da göz yaşı biriktirmiştin. hiç ağlayamıyorsun dimi. uyuyamadığın gibi*
gözlerin o yüzden bu kadar yüklü,
bu kadar ağır geliyor sana.
gözlerin bakışlarına ev sahipliği yapamıyor artık
yere düşmesi kaçınılmaz camda ki damlalar gibi gözlerin artık
bakışların, ardından kalan buğusu..

çocukluğun öldü
belki de bir gecede şimdi gençliğin de..



hoşçakal umut taşır, elveda yalnızdır.

saat çok geç, sokaklar çok ıssız.
biz daha çok yalnızız.




http://www.youtube.com/watch?v=Qyq7OA6qwIM

11 Mayıs 2013 Cumartesi

if fou

Doktor, ışığı gösterdi. Işık bir kaç bin yıl öteden geliyor olabilirdi, ancak bu uzaklık, onu merak etmemek için yeterli değildi. Sessizce alınan yolların heyacanını duyuyordu. Bu heyacanını anlayabiliyordum. Evren karanlık bir boşluktu ve karanlığı sesten başka hiçbir şey aydınlatamazdı. İşte doktorun sahip olduğu sır buydu.
Doktor'un telefonu çaldı ve dudaklarını kımıldatmadan konuştu;

"Bir ses telefonun ucunda
Tanıyor mu beni, Beni mi?
Hangi beni?
Nedir benden istediği
İstediği bende midir? Yoksa deli midir nedir?
Ben ne vaat ettim ki alo demekten başka
Onun alosunu duyunca
Aramasa ben açmazdım o telefonu
Zaten benim telefonum kablolu
Üşenirdim yerimden kalkmaya
Aramasaydın o kadar ısrarla ben mi dedim sana
Çevir benim numaramı, belki de boşa konuşuyorum
yalnızca yanlış numara…"

telefonu kapattığında, karşısında ki değişmişti. Değişimin başlayacağı noktayı bilemezsin fakat hissedebilirsin, bu his seni o değişime hazırlar ve değişim zamanı geldiğinde kaçınılmaz olur. Sonsuz bir döngüde kaybettiğim her şey için sorumlu tuttum kendimi. ben bir başıma bir oğul, aşklar aldım ekledim kırılan dallarıma.

Sır mı hayatın bug'u mı!?
-oyunbozan-
doktor, bir söylesen

anlamsız kelimeler bize tutunmak için bir sabit vermese de, sabit aradığımız da belki de o anlamsız kelimelerin kaynağına tutunabilir dallarımız.

10 Mart 2013 Pazar

Fotoğrafın sol anahtarı

Fotoğraf; Işığın zamanın içinden geçtiği, zamanın içinden geçen ışığın bir insan tarafından tutsak edilebildiği, tutsak edilen anın, görebilenler tarafından onaylandığı, algı oyunlarından en önemlisi, sanat.
Kimsenin bilmesi gerekmeyen yazılar vardır, tozlu fotoğrafların ışıklarından yansıyan... herkes fotoğraf çeker, bunun için ortalama altı bir zeka bile yeterlidir. kiminin yeteneği, algısı, bilgisi fazladır göze hitap eder, kimisinin komposizyon bilgisi, bunlar konu değil. fakat fotoğrafları yaşayanlar vardır bir de, belki onlardan birine dokunabilecek kelimeler bulabilirim ben de...

"gecenin uğultuları yine başımda uluyor,"
"bordo kar taneleri üzerime doğru yağıyor!"
Tepeleri aşarak yürüdük atimla. Ne zaman ısındı hava ne zaman sardı sis gölgeleri. Kimseler duymadan indik vadileri. Zaten duyacak da kimse yoktu etrafta o sırada bir kurt usulca yaklaştı yanıma.
Dört nala koşuyor rüzgar
Uluyan sesler doğuyor ufuktan
Doğudan yükselen Gunes bir büyük savası mı müjdeliyor
Karşımda duruyor kovaladıgim nefesim
Elektrik direkleri çeviriyor etrafımı
Birileri beni anıyor
Lânetlerim toynaklarla dövulmus
Ve siva dokuntuleri arasında bir duvar yükseliyor
Az önce duydugum sesler simdi zihnimi dağıtıyor
Bir bayrak direği ucunda karşılıksız ayak uçları
......................
Ve deniz kumu serpili sacların parildiyor
Geceleri...

Notalar; başına gelen sol anahtarı ile dizilen, belki milyonlarca duyguya tek bir dokunuşla uyarabilen en güzel yaratık. doğrudan gideceğe yere ulaşabilecek en etkili taşıt. bu sırada aldığı yol ise hayatın ta kendisi olan.

Zordu hayat. Cok hem de. Ayağı kesilecek bir eroin bağımlısıydi Talat. Artvinliydi bes kardeş ucu uvey. Ablası evlenip Samsun'a gitmişti. Dogum yapmıştı. Kaderi benzemesin diye ölen babalarının adını vermişlerdi  bebeğe. Annesi sancıları artınca apar topar gitmişti kızının yanına. Gözleri yasliydi otobüs yolculugu boyunca. 24 yaşındaydı Talat. Görünürde 54 vardı. Otuz yas birden büyümüştü bacağının kesileceğini öğrenince. İssizdi. Zaten Bu halde kimse ise de almazdi onu. Bağımlılığından kurtulmuştu ama is kazası sonucu daha da kararan hayatı bacağından yakalayıp çürütmeye başlamıştı onu. Neler öğrenmişti neleri iskaladigini hic bilemeden. Nerelerde geceyi gün yapmıştı, hangi sokaklarda aksak yürümüştü. Hayat herkes icin adil değilken şanssız doğanlardan biriydi, tercihi olmadıgı yolları yillandirirken büyüdü, yaslandı. Ölümden korkuyordu her seye rağmen. Kucuk bir cocuk gibi yüreği hep hızlı çarpardı. sorun etmezdi, saygı da kusur etmediği gibi. hakimin karşısında mahrur, uzatılan yardım eli için hep arayıcıydı. gözleri gülümserdi biri onu adam yerine koyduğu zaman. bu yüzden gözleri hep az gülümsedi Talat'ın.

Onun hiçbir notası olmadı. Ama bir süreliğine yaşamında bir sol anahtarı tanıyacaktı Talat.

Fotoğraf ve notalar bir tarihte bulaşabiliyor. ciltler dolusu anlatabilinecek kadar kelime biriktiriliyor. biriksin kelimeler. sokaklar fısıldamak için herkesin uyumasını bekliyor.

                         ve ne kadar karanlıkta olsa ay geceyi bir şekilde aydınlatıyor.


camel-rajaz;

http://www.youtube.com/watch?v=fOH3PzYlI3w