Biz hala Pink Floyd dinliyor, Chagall sergilerinde kübik yapıtlara olmayan anlamlar yüklüyoruz. Ve dikkat kesiliyoruz üçgen masalarda ki kare muzlara.
Yıl olmuş 2010
Biz hala Another brick in the wall diye bağırırken, birileri bağıranların arkasından ellerini sinsi tüccar hareketiyle ovuşturuyor. Ve dikkat kesiliyoruz son zamların nasıl ölmüş bedenlere saplanan bıçaklar gibi hareketsizce selamladığına.
Yıl olmuş 2010
Biz hala hey you diye işaret ederken, birileri birilerinin üzerini çiziyor, kalemini kırıyor. Ve bu arada biz dikkat kesiliyoruz Bihter'in gögüslerine, Behlül’ün kıydığı ipek saçlarına(!)
Yıl olmuş 2010
Biz hala birileri için wish you were here diye ağıt yakarken, birileri buradayım ulan “belliyorum toprağınızı” diyor, duymuyoruz. Aşağı bakıyoruz önce, önümüze, serde utangaçlık desen değil, vurdumduymazlık desen belki… sonra yukarı bakıyoruz, üzerimizde uçan kuşların kanatları korkutuyor, peki ya yüzümüze çarparsa telaşı kaplıyor bünyeyi… En iyisi mi bakmamak, hepimizin yapmayı çok iyi öğrendiği gibi baktığını görmemek, sıyrılmak diyoruz sözlüklerde anlam olarak aradığımız tel maşa hikayelere…
Yıl olmuş 2010
Biz hala high hopes peşinde dayıyoruz başımızı camlara, uzaklara diktiğimiz gözlerimiz önünde üşüyen hayallerimiz titriyor, sevgilinin eli gibi alıp ellerimiz arasına ısıtmak namümkün, işte bu feci koyuyor adama… Çünkü biz bildik ki kalacak her şey aynı ve hep gidilecek bir şeydir hayaller, kalıp savaşmak gerekiyormuş bazen, geç öğrendik. Bu sefer hayaller gelmedi ardımızdan, kaldık mı orta da soğukta kalmış bekçi düdüğü gibi, çevir öttür, döndür öttür tok sesler yankılanır boş sokaklarda…
Biz hala marooned, hala çokça çocuk
Saklanıyoruz ebelenmemek için o ağacın ardında,
Ağaç sımsıkı tutunmuş toprağa güven veriyor bize ya,
Dalları kırılgan ama
Hala sallanıyor salıncağımız bir sağa bir sola
Uzaktan seslenen ses adımızı çağırıyor
Mutlu ediyor hala bizi yağmur sonrası çıkan gökkuşağı
Ve yetiyor şarkılar söylemimize
Güne dönmüş yüzünü papatyaların selamları.
Evet yıl 2010
Biz hala Pink Floyd dinliyor, çocukça hayallerimizin peşinde bir uçurtmayı havalandırmak için koşar gibi dört nala adımlarda, gökyüzüne balonlar salıyor, yağmurların yağınca dilimizi dışarı çıkarıyoruz.
Biz hala en büyük dertleri yaşadık sayıyor, kahve fincanımız çatlayınca dünya başımıza yıkılmış sayıyoruz.
Biz hala derin nefeslerle aşkı çekiyoruz ciğerimize ve gamı atıyoruz üfleyerek dışarıya,
Çünkü yaşıyoruz.
Dokununca parmaklar rüzgar gibi parmaklarımıza, tenimiz titriyor
Uyandığımız anda özlüyoruz zorla çıktığımız o sıcacık yatağı,
Bir şeylere sahip olmak için kazanmak zorunda olduğumuza inandırılmış o paralar için, her seferinde en değerli şeylerimizden vazgeçtiğimizi biliyoruz ve bunu bir sırmış gibi kendimizden bile saklıyoruz.
takvim yaprakları gibi savrulmanın da, bir nehrin çağlayan sularında süzülmenin de, bir yokuşun başında "vay arkadaş ne dikmiş" demenin anlamalarını da kazıyoruz yüzümüze.
yıl olmuş 2010
welcome to the machine diyen biri çıkana kadar
time’ın sirenleri çalınır kulaklarımızda…
En azından hala yeşil ağaçlar
Gök hala biraz mavi
Denizler de öyle özlem kokuyor çoğu kez
Ve dalgalar kıyıya vuruyor çığlıklarla
Güneş doğuyor inatla
Ve ay parlıyor kara bulutlar arasından sıyrılabilirse,
Yine gelir ağustos
Ve ardından ekim
Gelirse de gelmezse de
Esiyor rüzgar başına buyruk bir halde…
içim acıdı...
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil