Bir yolculuktu, virajlar da vardı, uçsuz bucaksız düzlükler de, sağında parsel, parsel tarlalar, solunda batan bir güneş, denizin üzerinde birazdan belirecek ay, fonda içli bir müzik,sanki her şey o an peyda olmuş, her şeyin bir anlamı varmış gibi kurulmuştu...
güneş batmış ay doğmuş yıldızlar karanlıkta ki yerlerini almış, ağustosun sedası, gök kubbeye yayılmıştı...
Bir yolculuktu bu fakat;
İstemiyorum
Yolcusuz yolları
Taşları yığılmış dizilmemiş
Kaldırımları.
İstemiyorum
Susuz çiçekleri
Güneşe hasret kalmış
Dalları ise kırılmış ağaçları.
İstemiyorum
Yorgun rüyaları
Sabahları demlenmemiş
Çayları katık yapıp uyanmayı.
İstemiyorum
Boş odaları
Boş konuşan kutuları
Ve huysuz kurulmuş saatleri.
İstemiyorum
Uzak yakınları
Bir nefes kadar yakın
Kül rengi dokunuşları.
İstemiyorum
Veda etmeyi
Sende bir hoşça kal var
Benim söylenmemiş sözlerim.
İstemiyorum
Son bakışını
Ellerin tutmasa da ellerimi
Tutuyor ömrüm yollarını.
Henüz başındayken yollar bitip bilmek bilmiyordu, zaman bir kum tanesine dönüşüp, süzülüp denize karışırken;
Kimsenin bilmediği sokaklarda saklandım
Ruhların yakıldığı yerlerdi
Ve bir mengene gibi sıkıştırılırdı düşler.
Üzülmenin bir anlamı olmadığı zamanlarda saklandım
Yokluğun varoluş olduğu yerlerdi
Ve bir bulut gibi yumuşaktı karşı duruşlar.
Kimsenin gülmediği odalarda
Dudak ucu kıvrımlarını yukarıya çektiğim yerlerdi
Ve bir mandalla tutturulurdu hikayeler dillere.
Bazen yanar döner meyvelerdi masaların üstü
Geç kalmış adımlarda yürünür
Oturulacak yerler önceden hep belli olurdu.
Söylenecek sözler anlamsız
Kurnazlık bir meziyetti.
Hileli oyunların
Enayi görünümlü çakalların
Ve her zaman kaybetmeye mahkumların masasında
Yıpranmamak için aklımı hep girişe astım.
Ve söylenmemesi gereken son sözler
İlk söylediklerimdi.
Her şeye ve herkese inat
Yazdım
Kuşların gökyüzüne sevdalarını.
Kalemin son bir kaç satır daha yazacak mecali kalmayınca bir solukluk yanaştık sağa, hırıltılar gelirken arabada, önümüzde hala alınması gereken yolların belli belirsiz silueti
o sırada bir başka yolcu, İbni Batuta'nın sözü gelir akla;
"ne sohbetiyle ferahlayacak eşim ve dostum ne de beraber yürüdüğüm bir kervan vardı."
ve ekledi diğeri, ama gidecek yollarım hep vardı...
Yol önünde bir çamaşır ipi gibi uzadıkça, hayaller mandal olur, anıları kurusun diye bir bir asar yolcu,
ve aynı yolcu yola sevdalı, varacağa yere özlemlidir her zaman...
Biliyorduk ki;
Küçük şeylerle mutlu olabilme zorunluktu.
Sonra gençlik;
Bulutlar o kadar da yumuşak değildi öğrendik,
Parlak yıldızlar
En karanlıkta dikkat çekermiş bildik.
Bilmem yanlışlık mı, ölüm mü, beklemek mi ?
Bir an için ilk fırsattı, günebaktık
Gözümüz yandı.
Başımızı eğmeyince önümüze,
Bizde keyfimize buyruk yaşadık
Burukluk kabul görüp saygıyı
Dönemediğimiz zamanlardı
Özlemler,
Hep kendimizi buna inandırdık…
İlerledikçe geriye dönüp bakmalarımız azalmıştı, belki gittiğimiz yol yol değildi, belki burada olmak için yaratılmıştık, bu yolların bir sebebi olmalıydı, düşündük ki beyaz bir ufuk varsa ötede daha alacak çok yolumuz var!
Bizde ardımızda çok söz bırakmadık belki bir kaç satır;
Bütün sabahların geri dönüşsüz olduğu vakitlerdi, kimine göre vakit çok geç kimine göre erkendi, cepte düğüm düğüm kelimelerle çıkmıştık yola,
ve nasıl da güzeldir baharda bir sabah aniden açan çiçek...
Bir roman adı değil miydi?
YanıtlaSil''Çürüyen sevdalar şehrinde
yeşeren tutkular ormanı''
Yanılmışım sanırım üstteki yazar gibi!..
Özür dilerim...