26 Ekim 2011 Çarşamba

Güzel


Güzel,
Salınıyorsun rüzgarda bir bahar gibi,
yaprak gibi,
kat'a savrulmuyorsun sen yalnız,
uçuşan saçların
dalga dalga.

Saçların ki
ömrüme yol oluyor
bu fırtınada,

Üzerindeyim kara bir deli sandalın
gün batmış,
ay doğmuş
umrumda mı?

Güzel salınıyor rüzgarda,
ciğerlerime iyot doluyor
yakıcı,
tedirgin,
meraklı.

pürüpak yüzünde yansıyor yakamoz
ve ben çirkinleşiyorum an be an.

Güzel,
güzü getiriyor bakışların ruhuma,
tatlı bir güz bu
sanki az biraz hazan,
ve darmadağınık düşlerim.

Hasata girmiş ekinler gibiyim,
toplanıp toplanıp o nasırlı mübarek ellerde çiftçi bilmem kimin
saçılıyorum toprağa..

adsız



1.3.4...14.15.16...22..23..24...

alooo... insan, medeniyet, akıl, düşünce,
merhamet, empati, zaman, anı, dost,
arkadaş, anne, baba, aşk, iki dakika ulan !?

Düşenler.....................
Kalanlar.................
Konuşanlar........
Susanlar......
Yıkıntılar..

Pespaye ve yitik günler
basbaya acılar

10 Ekim 2011 Pazartesi

Old Habits Die Hard


Adam bağ bozumu mevsimine varmıştı.
Yoldaşı bir şişe şarap. En ucuzundandı.

Adam yer yüzünden ki tüm yanlışların yabancısıydı.
Adam bu yabancılığına alışmıştı.

Adamın aklı hala temmuzdaydı
Temmuz onun için hep,
bir güneşin yolculuğuydu
Gecenin güne özendiği bir aydı
sessiz ve sakince
durup öylece tanık olmaktı
ruhuna.

Temmuz,
ilk sevgilinin anlamsızca elini tutma telaşının
yüzde bıraktığı ilk ter damlacıklarıydı
kadıköy sokaklarında.

Adam bir yolcuydu,
hep yollardaydı,
Bir kendisi vardı
bir de şehirler hayatta.

Şehrin de hep yolcuları vardı.
Buna rağmen şehir hep yalnız bir sahildi.

Şehrin bir de denizi vardı.
O şehrin üzerinde güneş batardı
defalarca.

Asla ifade edemeyeceği insanlar da tanıdı,
fakat her tanışmanın akıbetini herkesten daha iyi biliyordu.

tüm bu zehirlerle

sadece

ağaçlar kalırdı ayakta

ve öylesine sırf

adı yaşamak sanılan sahnede

en son selamlanacaklardandı;

old habits die hard
old soldiers just fade away
old habits die hard
harder than november rain
old habits die hard
old soldiers just fade away
old habits die hard
hard enough to feel the pain

http://www.youtube.com/watch?v=VkCDxu6Z2XE&feature=related

7 Ekim 2011 Cuma

paint it black

"...İçimde kopan fırtınanın ilk rüzgarı, cigerime dökülen onca sigara küllerini havalandırdı.
ve sonra duvara gölgesini çarpan ağaç dalları gibi kaskatı ve kırılgan kıldı ruhumu.

Fırtına kopup geldiğinde yapacağın fazla bir şey kalmaz küçük bir çocuk gibi kuytu bir köşe bulup saklanmak ve bitmesi için dua etmekten başka.

Yine böyle anlardan biriydi karanlık ve ıslak bir köşede küçük bir çocuk gibi saklanıyordum.
ve ilk kez onu görüyordum.

Daha önce anlamını bilmediğim fakat daha sonra hep dillendireceğim o kelimeyi buldu aklım işte o anda;
masumiyet."

Diye başladım kitabıma. Yazılacak çok şey var ve alınacak çok karar.

"Gözleri bir misket gibi karanlıkta parıldıyordu. Sonsuzluk dedikleri şey o an o parıltılara bakmak gibi bir hal olmalıydı.

Her şeyi yeni tanımlamak ve her görüleni yeni bir icatmış gibi şaşırmak içinde bir çığ gibi büyüyen merak duygusunu keşfetmekti.

Fırtına geldiğinde o köşede saklanmaktan başka seçeneği olmayanların almak zorunda olduğu kararlar tutsak kılıyordu hayatlarını.

Olacak her şey olmuş gibi geldiği vakitlerdi. Oysa olacak o kadar çok şey varken bunca düşünce arasında kaybolmak basbaya bir çocukluktu. Karanlık ve ıslak bir köşede küçük bir çocukluk hali ise başka hiç bir şeye benzemiyordu.

O köşede saklananlar tüm hayatlarını orada geçireceklerini düşündükleri bir korku kaplar bedenini. O köşe sığınılacak bir limanken uzaklarda fırtınalarda dalgaların arasında kaybolan gemiler olacaktı. O gemilerin yelkenleri parçalanacak, güvertesi su dolacak, dümeni kilitlenecek ve sonsuz bir karanlık her yanı boyayacaktı."

Korkular,
alınması gereken kararların üzerine bir fırtına gibi çöktüğünde misket gibi parıldıyan gözlerin bizi kurtarmasını bekleriz yahut o zifiride bir şeyin misket gibi parıldamasıdır tek istediğimiz.

Alınacak kararlar varken
korkular her yanı kaplamıştır.
Korkular her yanı kapladığında ise
mutlaka alınacak kararlar için çok geç olmuştur.

Gün bir perdeyi çeker gibi, ansızın çalan bir kapı gibi, başındayken taşan bir kahve gibi batarken,
ve sessiz bir gemi gibi koca denizin ortasında, belki de yolcusu olmayan kırık bir otobüs durağı, sonbahardaki bir ağaç gibi bekliyordum kışın gelmesini."

ve kitabın kendi sonunu yazmasını.