-Karma(ı)şıklık-
1. yaşamamak üzerine:
E. Akçay, iki çocuk annesiydi. Eşi işsiz kalmıştı. Paraları bitmişti. Çok bitmişti. Her şey bitmişti. Yemek yoktu,ısınacak kömür yoktu sobalarında. Alt katta ki komşuları; "anne, anne" diye ağlayarak aşağıya inan 6. yaşında ki İsa'yı görünce yukarı çıktı.
Seslendi anneye, cevap veren yoktu. İçeri girdi annenin kendisini tavana astığını gördü. Gitmişti...
" Polis ekibinin çevrede yaptığı araştırmaya göre Emine Akçay olaydan 4 saat önce cebindeki son 6 lirayı alıp yakındaki oduncuya gitti ve yakacak almak istedi. Oduncu “Bacım bu paraya odun mu olur?” deyip, Emine Akçay’ın ısrarı üzerine 10 kilo odunu çuvala doldurup, parasını almadan gönderdi. Sırtladığı çuvalla eve gelen Emine Akçay, aldığı odunlar yağmur nedeniyle ıslak olduğu için sobayı yakamadı. Sobanın yanında eski kamyon lastiğini de parçalayıp yakmaya çalıştı, ancak beceremedi. Emine Akçay, çocuklarının üşüdüğünü görünce, saç kurutma makinesini çalıştırıp, oğlu İsa’nın eline tutturdu. Daha sonra diğer odaya gidip, tavandaki salıncak demirine ip bağlayarak, kendini astı."
Kardelen bebek 7 aylıktı, İsa 6. yaşında.
M. Taş 3 yaşındaydı. Hastalandı. Gitti. Baba, hastalanan oğlu için her şeyi yaptı, hastane yoktu. Kimse yoktu... Babası giden oğlunu bir çuvala koydu, taşıdı.. Her yer kardı, kapalıydı dünyaları. Aştı, götürdü, getirdi...
gitti... Bakan soruşturma başlattığı sırada, gitmişti...
İki haber; bir anne, bir baba, üç çocuk. 5 insan, 2'si gitti, 3 tane geride yitik insan kaldı.
2.yaşamak üzerine:
4 çocuklu bir aile, anne, baba büyük insan, "büyüğümüz" diye sıfatlandıranlar var misal.
Çocuklar okumuş, yurtdışında, ülkesinde okuyamadığı iddiaa edilen bir kızları var. Maşallahı var zehir gibi zeki, mezun olunca işi hazır, danışman.
Diğeri, en prestijli okullardan birinden mezun çok uluslu ve ortaklı büyük bir şirketi var 360 derece ile ölçsen aynı yere gelebilecek marka değeri yüksek. Baba sevgisi muazzam. Gurur duyulacak özellikte.
Rüzgar gülü dikebilmek için Ada almak isteyebilecek, o adaya kendi gemisi ile bile gidebilecek imkanlar elde etme başarısı göstermiş.
Hayırlı damatlarıyla büyük bir aile olan güzel bir evliliği olan kadir şinas bir başka kızı, yine çok başarılı bir başka oğul.. saymakla bitmeyecek müspet özellikleri olan, "looser"ların anlayamayacağı "winner"lar...
Bir ülke var. Yolları geniş, sularının altından demir raylar örülü, çelik betonlarıyla bağlanan yakaları var.
1930'ların zihniyetiyle değil 2000'lerin ruhuyla yönetilen.
Mağdur olmuşların, kimsesizlerin sesi, "fakir-fukara ve garip-guraba" herkesin sesi. Vücut bulmuş hali tarafından kurulan bir partinin yerel seçimlerinde bile parti adına değil karizmatik liderlerinin ismiyle çağırılan yapısıyla milyonlar tarafından inanılan, desteklenen bir yönetimi var.
Bir ülke 11 yılının yönetim biçimi olarak bu isim ile boşluklarını dolduruyor.
Katrilyon büyük para.
Bir evin içinde 3 katrilyon para olduğu iddia edildi. Tartışmalı fakat aksi ispat edilme lüzumu görülmemiş kaynağı belirsiz ses kayıtlarından üstelik. Bir an için düşünmek mümkün olmuyor 3 katrilyon nasıl bir paradır. Ne kadar yer kaplar. 30 metre karelik bir odanın tamamı kapanacak kadar belki...
Bir parça bir kaç terim:
Yasama-Yürütme-Yargı
Birbirlerini denetleyen üç ayak, biri bağımsız olmazsa diğeri gider. Fıyt diye kapanan masalarınız var dimi evde hani altına bazen kağıttan destek yapıp eş olmasını sağladığımız. Bir kaysa mazallah hop gitti... İşte gitmemeli.
Hukuk
Yargı ayağının temel dayanak noktası. Günümüzde kapitali korusun diye çalışan yapı. Oysa adalet sağması gereken ilahi kudretli güç algısı.
Temel norm.
Adaleti sağlamak.
Güç.
İçi boşaltılmayan ne kadar az kelimemiz var dimi, kelimelerin üzeri ne kadar toz.. üflesek etrafı kirletmeden, ciğerlerimize dolup bizi hapşu efektleriyle dolanmazı neden olacak...
Sevişmenin suç sayıldığı toplumlarda hırsızlığın önemsenmemesi ne kadar ilginç olabilir ki yahut kabul edilebilir?
-Çok.
Karanlıklar var. Işık?
Algılar.
Dağılan kelimeler değil, zihnimiz. Bozulan cümleler değil ruh halimiz. Savrulan bahar yaprakları yahut polenler değil, insanlığımız, onurumuz.
Hiçbir şey yoktur ki insanın kendine yüklediği değerden başka.
Öyleyse umut en çok yokluğun rüyasıdır.
Yokluğun rüyası, rasyonel aklın insanın gelişimi. İnandığı değil, sorguladıklarıdır. Sorguladıkların senin ve sorgulamaya devam ettiklerin.
Tüm felsefelerin ve bilgelerin, tarihin ve dinlerin dayanak noktası. Sorguladığına inan.
O zaman futbol maçını kazandınız, tur atladınız tebrikler, ne gol oldu be.
Bir gün mutlaka
mutlak da sorgulanır.
Vicdan adalet için titrer,
ve yağmurların yıkadığı karanlık şehirlerin üzerine vuran ışık
gidenlerin sönük ferlerinde (gözdeki yaşamsal ışık,canlılık)
bir fener gibi göğü aydınlatır.
Neyse,
Hadi eyvallah...
her bahar, her umuda zorunludur.
1. yaşamamak üzerine:
E. Akçay, iki çocuk annesiydi. Eşi işsiz kalmıştı. Paraları bitmişti. Çok bitmişti. Her şey bitmişti. Yemek yoktu,ısınacak kömür yoktu sobalarında. Alt katta ki komşuları; "anne, anne" diye ağlayarak aşağıya inan 6. yaşında ki İsa'yı görünce yukarı çıktı.
Seslendi anneye, cevap veren yoktu. İçeri girdi annenin kendisini tavana astığını gördü. Gitmişti...
" Polis ekibinin çevrede yaptığı araştırmaya göre Emine Akçay olaydan 4 saat önce cebindeki son 6 lirayı alıp yakındaki oduncuya gitti ve yakacak almak istedi. Oduncu “Bacım bu paraya odun mu olur?” deyip, Emine Akçay’ın ısrarı üzerine 10 kilo odunu çuvala doldurup, parasını almadan gönderdi. Sırtladığı çuvalla eve gelen Emine Akçay, aldığı odunlar yağmur nedeniyle ıslak olduğu için sobayı yakamadı. Sobanın yanında eski kamyon lastiğini de parçalayıp yakmaya çalıştı, ancak beceremedi. Emine Akçay, çocuklarının üşüdüğünü görünce, saç kurutma makinesini çalıştırıp, oğlu İsa’nın eline tutturdu. Daha sonra diğer odaya gidip, tavandaki salıncak demirine ip bağlayarak, kendini astı."
Kardelen bebek 7 aylıktı, İsa 6. yaşında.
M. Taş 3 yaşındaydı. Hastalandı. Gitti. Baba, hastalanan oğlu için her şeyi yaptı, hastane yoktu. Kimse yoktu... Babası giden oğlunu bir çuvala koydu, taşıdı.. Her yer kardı, kapalıydı dünyaları. Aştı, götürdü, getirdi...
gitti... Bakan soruşturma başlattığı sırada, gitmişti...
İki haber; bir anne, bir baba, üç çocuk. 5 insan, 2'si gitti, 3 tane geride yitik insan kaldı.
2.yaşamak üzerine:
Böyledir işte yaşamak ve yaşamamak. Lanet olsun Lidya sana ve o paraların üzerine aslan ve boğa figürleri çizen ve kullanımını yaygınlaştıran helen medeniyetine, artemisin ışından mahrum ve kuzey tanrılarının yergilerine maruz kal.
Bir parça bir kaç terim:
Yasama-Yürütme-Yargı
Birbirlerini denetleyen üç ayak, biri bağımsız olmazsa diğeri gider. Fıyt diye kapanan masalarınız var dimi evde hani altına bazen kağıttan destek yapıp eş olmasını sağladığımız. Bir kaysa mazallah hop gitti... İşte gitmemeli.
Hukuk
Yargı ayağının temel dayanak noktası. Günümüzde kapitali korusun diye çalışan yapı. Oysa adalet sağması gereken ilahi kudretli güç algısı.
Temel norm.
Adaleti sağlamak.
Güç.
İçi boşaltılmayan ne kadar az kelimemiz var dimi, kelimelerin üzeri ne kadar toz.. üflesek etrafı kirletmeden, ciğerlerimize dolup bizi hapşu efektleriyle dolanmazı neden olacak...
Sevişmenin suç sayıldığı toplumlarda hırsızlığın önemsenmemesi ne kadar ilginç olabilir ki yahut kabul edilebilir?
-Çok.
Karanlıklar var. Işık?
Algılar.
Dağılan kelimeler değil, zihnimiz. Bozulan cümleler değil ruh halimiz. Savrulan bahar yaprakları yahut polenler değil, insanlığımız, onurumuz.
Hiçbir şey yoktur ki insanın kendine yüklediği değerden başka.
Öyleyse umut en çok yokluğun rüyasıdır.
Yokluğun rüyası, rasyonel aklın insanın gelişimi. İnandığı değil, sorguladıklarıdır. Sorguladıkların senin ve sorgulamaya devam ettiklerin.
Tüm felsefelerin ve bilgelerin, tarihin ve dinlerin dayanak noktası. Sorguladığına inan.
O zaman futbol maçını kazandınız, tur atladınız tebrikler, ne gol oldu be.
Bir gün mutlaka
mutlak da sorgulanır.
Vicdan adalet için titrer,
ve yağmurların yıkadığı karanlık şehirlerin üzerine vuran ışık
gidenlerin sönük ferlerinde (gözdeki yaşamsal ışık,canlılık)
bir fener gibi göğü aydınlatır.
Neyse,
Hadi eyvallah...
her bahar, her umuda zorunludur.
(BU YAZININ BAZI KISIMLARINA SANSÜR UYGULANMIŞTIR)