aylak mı adam |
Postallarım ayağımda,
palaska böğrümü sıkmış,
tam şuan lanet olası bir sigara yakmıştım.
Uzun zaman önce yeni sayfalar açmak
ve değişmekle ilgili düşüncelere mahkum etmiştim zihnimi.
Zihnimin mahkumiyeti sanılanın aksine,
bir ceza değil, ödül idi.
Toplumun genel kanısından uzaklaştıkça,
daha bir üzer olmaya başladı toplumu ilgilendiren konular. İnsanlık, -bilmiyorum eski zamanları-
karanlıkta görülen yıldızlar gibi
ara ara göz kırpar vaziyet idi.
Parça, parça çevirdim düşlerimi.
Aydınlıktan korkmak,
usulca rezil bir savın peşinden koşmaktı.
Bu gece neden kendimi dün gibi hatırladığım ama hızla akıp giden bir tutsak gününde hissettim?
Özledim. Öfkelendim. Bir fotoğrafı öptüm.
Neden?
Neden sonra, aylaklık.
Nereye kadar?
Esaret, ödül, ceza.
Mutluluk yok. Gece inecek, gün günecek. Elbet bazı yüzler gülecek. Bazıları şanslı doğacak. Bazıları mücadele edecek. Kimileri hep kazanacak, kimileri kaybedecek. Bazen basamak olanlar, adım olmayı düşleyecek. Bazen adım olanlar, hep daha yukarı hedefleyecek.
Kime bu gazımız.
Herkesle, her şeyle mi sanarsın?
değil.
yine kendimize yalnızız.
kendimize düşman.
kendimize uyuyoruz, kendimize yiyip içiyoruz.
sevişmeler belki yalnızca kendimize değil ama sevişene kadar hep kendimizi kandırıyoruz.
Ne pis bi askerlik buhranı yapmışsam! kendi, kendime.
kurdum.
kuruldum.
kırıldım.
en çok ama en çok yoruldum ulan.
Oysa dedemin babasını kovduklarında topraklarından, yalınayak başı kabak, alıp altı amerikan beziyle bağlı çocuklarını düştüğünde yola.
ve göçtüğünde bu yana.
yorulmadı mı durup egeye bakınca.
hangisi zor?
sen ne yana yatarsın bilmem ama
ben hep soluma yatıyorum be dede.
bu dağınık akan kelimelerim
gün olur tıkamasın diye kalbimi
korkudan hep üzerine bastırıyorum.