Gri büyük bulutların gölgesinde,
Serdim örtümü toprağa,
İki ağaç bekçiliğinde,
Ki bir ip ile bağlı birbirine,
Sallandı özgürlüğüm,
Yaşım yedi idi,
İlk kez tanıştığımda duvarla.
Bana bir sürü tuğla olan yığını işaret ettiler üstüne koymam için,
Oysa benim elimde bulutlardan bir çekiç vardı yalnızca.
Zaman, bizi öldüren kavram...
Benim, senin, onun yani bizim yarattığımız ve yine bizi tüketen kavramın adı. Üstelik varlık olarak nitelendirdiğimiz şeylerin hesabını tutmaya yarayan bir araçla.
Basit bir anlatımla, aldığımız nefesler ile geçirdiğimiz anın kayıt altında tutulmaya alınması için bulunmuş kavram, zaman. Fakat şöyle ki;
Bir an oluveriyor doğuyoruz, kıçımıza bir şaplakla ağlamamız isteniyor, o an ciğerlerimize süzülüp dolan hava bizim henüz tanımlayamadığımız bu hayati rüzgar ve ardından o ilk yakıcılık, evet işte başardınız! zamanın içine düşen bir canlısınızdır artık. Artık diğerleri gibi sizde algınız ölçüsünde tutabileceğiniz, not edebileceğiniz, aldığınız nefesleri sayabileceğiniz, zamana sahipsiniz.
O andan itibaren bir süreliğine birilerine muhtaç olmaya devam, birileri karnımızı doyurmalı, birileri altımızı değiştirmeli, birileri saçımızı okşamalı, birileri bizi öpmeli, birileri bizimle konuşmalı, birileri bizi dinlemeli, birileri bizi umursamalı, birileri bize adamdan saymalı, birilerine saygı duymalıyız birileri bize sevgi sunmalı, birileri ile sevişmeli, birileri bizi anlamasa bile anlar gibi yapmalı...
Tüm bu birilerine katılmak için geldiğimiz dünyada aldığımız süredir zaman. Dün, bugün, yarın böldük ya zamanı kendimizi birde fasulyeden saydık mı, artık bizden önemlisi olamaz.
Aslında algı ve zaman iki yakın kavram, bilimsel teorilerden girip metafizik öğelere sarmadan kelam edecek olursak.
O ciğerlerimize dolan ilk yakıcı tat ile algıladığımız ve gözümüzü bir yere dikerek son kez vereceğimiz nefes arasında geçen dilim zaman.
Ne var ki çoğu kez bu dilim bir çikolatalı pasta dilimi kadar tatlı olurken kimi zamanda şöyle en acılı şalgam suyu kıvamında oluyor ki elem ve kederli arkadaş listemize istemeye istemeye eklettiriyor.
Zaman aslında bir göz yanılsaması bir ilüzyondan başka bir şey değildir. İşin ilginç tarafı ise, insanlar tarafından tanımlanıp, buna bu kadar çok inanıp ve hayatı bu algılayışın planlarına göre yaşamasıdır. Hayat karşılaştığı her şeyi genellikle, küçük bir kar topu halindeyken yuvarlayıp bir çığa döndüren ve üstesinden gelemeyince yardım uman insanın ta kendisi zamanıda aynı şekilde meydana getirmiştir.
Güneşin, Dünya'nın bir kısmına hey merhaba demesi ile yerini ayın ve yıldızların ışıklarını saçtıkları bir karanlık tuale dönüştürmesine gündüz ve gece adını verirken bizler, yolunu gözlediğimiz bu iki objenin arasında ki kesimi de zaman diye tanımlarız.
Zaman, kah ilaç yaptığımız, kah durup sadece geçmesini beklediğimiz ve malesef çoğunlukla ertelediğimiz umutlarımıza emanetçilik yapan, ne var ki çoğu kez o umutları geri alıp gerçeğe çevirmeye bir türlü yine bizim vaktimizin yetmediği oyuncu.
Kimler gelip geçti bu zamandan, kimlerle aynı zamanı yaşıyoruz Kimileri yel değirmenleri ile savaştı, kimileri zalimken zulümlerini eksik etmediler zayıflardan, kimileri yaradanına sığınırken boşverdi adımladığı toprakları, kimileri teslim oldu basit sözlere, kimileri aşık oldu derinden bakan gözlere.
Her şeye rağmen sen, ben, o...
O ilk nefesinin yakıcılığını tada çeviren, gözyaşlarını gülümsemeye döndürecek kişilerin parlayan gözlerinde yaşadığınız günlerdir aynı zamanda zaman.
Aylak aylak bir ıslıkla çaldığınız şarkının ta kendisi, bulutlardan yaptığınız çekiçle hemen önünüzde örülen duvarları yıkabileceğiniz gerçeğini size veren de, zaman. Yaşınızın bir önemi yok. Bedeninizin de. Bedeniniz ki, o da aldığınız nefesle, yer çekimi arasında ki mesafeyi not eden bir sayaç...
Siz iyisimi yel değirmenlerine doğru yola koyulun....
Zaman dediğin bir ip
İki ağaç arasında,
İki el ile sımsıkı tutunarak,
Sallandı durdu çocukluğum,
Gençliğimin yere sürttü ayakları,
Yaşlılığın üstüne otururken,
Gri bulutlar kapladı göğü.