21 Mart 2012 Çarşamba

Vestiyerdeki adam

John ve Lucas o günün akşamını, iple çekiyordu.

Gün bir fener gibi göğe yükseldiği vakit. Konuştular son kez. Son kez sözleştiler. Kesiştirdiler yollarını.
Ve o günün akşamında John ve Lucas yola koyuldular. Büyük binaların arasından geçip, sevdikleri kadınlara kokulu mumlar aldılar. 
Daha önce hiç olmadığı kadar güzel kokan mumlardı bunlar. Yüzlerinde kokulu bir gülümseme vardı.

Saat biraz ilerlediği vakit yemek için o şatafatlı, lüks yere girdiler. 
Kırmızıdan bir halı, uzunca bir koridor, Dev aynalar arasından geçtiler.
Masaları hazırdı ve menülerinin üzerinde ve altından yazılar vardı.

Masalarına gitmeden önce bıraktılar üzerindeki kocaman montları.
Hemen girişte bir kapı, kapının üzerinde bir yazı. Yazıda vestiyer.
Yazının altında bir adam uzun boylu, ince yapılı, kavruk tenli, kır saçlıydı.

John ve Lucas o akşam hayatlarında daha önce yemediği ama hep duyduğu bütün garip isimli yemekleri yedi. Üzerine tatlılarını söylediler. Yanında bol içki de içtiler.

Garsona teşekkür etmeyi unutmadan, geldikleri gibi gittiler.

O masada birer soylu gibiydiler. Birer burjuva. Biraz lümpen ama bok sürdürmeyen kendilerine tiplerdendiler. hiç bir şeye halk dendiğini ve fakat her şeyin hiç bir şey yani halk olduğunu idrak ettiler.
Kalktılar yürüdüler dev gibi aynaların arasından, kendilerini gördüler, tanıyamadılar. 

Birazdan tanıyacaklardı.

Hemen girişte bir kapı, kapının üzerinde bir yazı, yazıda vestiyer, yazının altında bir adam uzun boylu, ince yapılı, kavruk tenli, kır saçlıydı.
Mağrur gülüşüyle karşıladı John ile Lucas'ı.

John ve Lucasta bir gülümseme takındı. Yavşak, yitik, umutlu fakat çelişkili.

Montlarını aldılar. Fişlerini verdiler.

Vestiyerdeki adamda vakur ve beklentili bir gülümse

John ve Lucasta titreyen bir ses.

İyi geceler dediler.

Vestiyerdeki adamı geride bıraktılar, çıktılar o dev kapıdan.
Kapı arkalarından kapandı.
sessizce hiç ait olmadan kapandı. 
o çocuklardan biri Cumhuriyet Savcısı, diğeri İstanbul Baorsu'nda Avukat oldu.

Vestiyerdeki adamı düşündüler.
Hep düşündüler.
Hep düştüler.

Ne o, ne de o artık onlar olacaklarını bilmeden, büyüdüler.

Vestiyerdeki adamın onları hiç unutmadığını biliyorlardı.
Onlar da hiç unutmadılar.

Büyük binaların arasından gençliklerine doğru yürüdüler. 

Büyümüşlerdi.

O geceden sonra hep vestiyerdeki adamı düşündüler.
Hep düşündüler.
Hep düştüler.

Büyüdüklerini bile unuttukları ve kendilerinden uzaklaşana kadar yürüdüler.
Liseli çocuklardılar. İki binli yıllar henüz başlamıştı.

Görecek çok şeyleri vardı.
Bu ise ilk hikayeleri.


1 yorum: